karakutu.

Bundan 23 sene önce sayın okuyucu… Hastanelerde ‘check-in’ yapıp da hikayeler paylaşılmadığı; seçenekler arasındaki kararsızlığımın temellerini, bütün tatlılığımı takılırken verdiği acıyı hala hissedebildiğim serum iğnesinden kurtulmak için mi yoksa eve telefon edip de bizimkilerle konuşabilmek için mi harcamam gerektiği konusu üzerinde saatlerce düşünerek attığım zamanlar.

Vaktimin büyük çoğunluğunu cam kenarında, babamın arabasının markasındaki ve rengindeki arabaları sayarak motorlu kara taşıtları istatistiklerine katkı sağlayarak geçiriyorum.

Şimdilerde insanoğlu, en önemli operasyonlardan dahi başarıyla çıkıp birkaç saat sonra taburcu olabiliyor hastaneden. Ben ise 2018 dünyasında görevi hala net bir şekilde anlaşılamayan, kalın bağırsaktan doğan bir çıkıntının bir hafta yataklara düşürdüğü zamanlardan bahsediyorum sayın okuyucu. Vakit geçiyor, öyle ya da böyle geçiyor. Sonunda bu bembeyaz duvarlarla, çarşaflarla, tuzsuz yemeklerle dolu yerden ayrılıyorum. Bir hafta boyunca cam kenarında onlarca benzerini saydığım arabadayım artık. Yanımda ailemin tüm üyeleri var, köpeğim bile. Yüz kaslarımı kontrol edemiyorum; aslına bakarsan etmek de istemiyorum. Tıngır mıngır gidiyoruz, yolu izliyorum. Ama bir saniye! Ev yolu değil ki bu? Babam o zamanların en büyük teknolojik aleti televizyon atarisinin kutusunu kucağıma bıraktığında dünyanın en mutlu insanı oluyorum.

***

Bir sabah yatağımdan kalkmışım, yarı uyur vaziyette su içmeye gidiyorum. Televizyonun önünde o kadar kablo kalabalığı vardı ki gözlerim yarı açık olmasına rağmen geçip gidemedim yanından. Beynim uyanmaya başlayıp da hayati fonksiyonlarını yerine getirmeye başladığında ilk komutu ellerimi gözlerime götürüp de ovuşturmak oldu. Babam, bir süredir görevi nedeniyle bulunduğu şehir dışından döndüğünde, o rüyalarıma giren oyun konsolunu hediye getirmişti bana. Artık dünyanın en mutlu insanı olma konusunda daha tecrübeliydim.

***

Takvim yaprakları bir bir yırtıldı sayın okuyucu. Artık adaptörü ısınmaktan neredeyse patlayacak televizyon atarileri yok. Şimdiki çocuklar, benim o zamanlar saatlerce başından kalkmadığım oyun konsoluna dönüp bakmıyorlar bile. Babam artık şehir dışı görevlerine gitmiyor. Geçen onca zamanda çoğu şey de değişti, bir şey hariç: ben konu ailem olunca hala dünyanın en mutlu insanı oluyorum.

Bilal Tayfur satırlarında şöyle diyor babalarla ilgili: “Anneler çocuğu düşmesin diye korkarken babalar hep uzaktan izliyor, çocuğu düşmeyi ve nihayetinde tek başına kalkmayı öğrensin diye. Babalar kendi lügatlarınca söylüyor sevdiklerini ve daima yanında olacaklarını.“ İnsan; nefes aldığı sürece, seni bir yerlerden izlediğine emin olduğun o adamın hatalarından ayıklanmış, sevip sevmedikleri yeniden tanımlanmış hali aslında. Sevdiğimiz de kavga ettiğimiz de aslında kendimiziz sayın okuyucu.

Dünya, senin babanın aslında süper kahraman olduğundan bihaber milyarlarca insanla dolu. Öğrendiğimizi zannettiğimiz hayatta bizim kadar iyi cep telefonu kullanamasa da, bilgisayarda kısacık bir işlemi dahi dakikalar içerisinde tamamlayabilse de ya da bizim kadar iyi yabancı dil bilmese de babalar, sahip oldukları hayat tecrübesiyle her koşulda bizden birkaç adım öndedirler.

Süper kahraman dedik ya hani sayın okuyucu; yeri gelince siz binlerce kilometre öteye, yeni bir kıtaya gittiğinizde, sırf sizin yüzünüzü görebilmek için bilgisayar kullanmayı öğrenen birinden bahsediyoruz.

Eski zamanlarda bir dağın eteğinde kurulan şehirlerde yaşayanlar aslında her an tehlikede olduklarını bilirlermiş ama o şehirlerinin yakınında bulunan dağa öyle büyük bir güven beslerlermiş ki, sırtlarını rahatça dönebilirlermiş o tarafa. İşte lügatta da babanın karşılığı yaklaşık böyle bir şey.

Analar için söylenen şarkılar, türküler; onların kutsallığı bir yana dursun; babamız bizim kim olacağımız bilgisinin saklı olduğu bir karakutudur. Babasından güç alan her birey hayat karşısında savaş kalkanını kuşanmış bir savaşçı gibidir.

Birbiri ardında attığımız adımlarla giderek kaybolan çocukluğumuz, biz hiç büyümesek; kim olacağımızın saklı olduğu bir karakutu babamız da hiç yaşlanmasa düğümünde kaybolup gidiyor sayın okuyucu.

Kutlu olsun.


 baba.png

 

 

*KAFA Dergisi’nin Mart sayısında “Baba Bahsi” başlıklı yazısı için Mahir Ünsan Eriş’in ellerine sağlık; çok ilham verdi.

Yorum bırakın