oda.

Kendimi yerde uzanmış, bacaklarımı da küçük odamda kendine ancak yer bulan kanepemin üzerine dikmiş bir halde bulduğumda saat 02:03’ü gösteriyordu sayın okuyucu. Kendi kendime “bu kadar nizami bayılmış olamam herhalde” diye düşünürken bir yandan da ‘acaba yerde yatıp da uykuya dalmak kimin fikriydi’ diye geçiriyordum aklımdan.

Odamda bir süre sonra rahatsız edici bir sürekliliğe bürünen saat sesi ve artık fitilinin sonuna gelen mumların çıtırtısından başka bir şey duyulmuyordu şimdilik.

Ne kadar süredir burada ‘nizami baygınlık’ halindeysem artık; doğrulup da ayağa kalkmam birkaç dakikamı aldı. Kendime güzel bir kahve demlemek için mutfağa doğru yürürken hiç ışık yanmamasına rağmen koridorun normalden daha aydınlık olduğunu fark ettim. Gökyüzünden usul usul düşen kar taneleri yeryüzünde toplanmaya başladıkça, hayatın tüm kirlilikleriyle beraber sokakları da bir süreliğine örtmeye başlamıştı bile. Ben uyurken yağmıştı kar, bana sürpriz yaparcasına…

Oysaki en son hatırladığım kadarıyla hava sadece biraz serinlemişti ve esintiden hafifçe irkildiğim için sadece balkon kapısını kapatma gereği duymuştum. Birkaç saat içerisinde mevsimin değişip de kar tanelerini her gün üzerinde yürüyüp de hayatı öğrendiğimiz caddelerimizde misafir edeceğimizi bilemezdim. Hayatı yaşanır kılan şey de sanıyorum ki bu belirsizlik sayın okuyucu; bir an sonra bile ne olacağını bilememek…

Kahvemle beraber tekrar odama dönerken küçükken her kar yağdığında kendimi dışarı atıp da karlarda yuvarlanmayı istediğimi anımsadım ama 365 günün yaklaşık 360 gününü hastalıkla geçirebilen bir bünyeye sahip olduğumdan dolayı bu isteğim ancak bir çılgınlıktan öteye gidememişti. Aradan yıllar geçti, ben camdan bakıp da kar tanelerinin düştüğünü gördüğüm her an bu isteğimi tekrarlayıp durdum. Çünkü hayat tekrarlardan oluşurmuş; tekrarların tekrarlarından… Hasan Ali Toptaş Üstat öyle diyor.

İnsan daima yaşadıklarından çok yaşayamadıkları için keşke der; yaşadıklarından çok yaşayamadıklarının peşine düşen bir varlık olarak hayatını idame ettirirmiş ya hani… Yıllar önce olduğu gibi şimdi de sarınıp dışarı çıkamıyor; karlarda yuvarlanamıyordum. Yıllar önce hasta olurum korkusu yüzünden, yıllar sonra ise sabah işe geç kalırım korkusu yüzünden…

Çetelesini tuttuğum eksiklerimi düşünürken kahvemin son yudumunu da bitirdim. Odamda halen aynı rahatsız edici süreklilikte tınılayan saat sesi mevcut, mumların çıtırtısı ise sona ermiş durumda. “Şimdi bütün anmalar bir susmanın içinde, şimdi bütün susmalar bir odanın içinde.”  Masamın üzerinde duran, ara ara bir susmanın içine sığdırdığım anmalarıma eşlik eden fotoğraf makinemi elime alıp cam kenarına ilerledim. Sokak lambasının ışığında süzülen, usul usul caddeye konan kar tanelerinin vesile olduğu manzaranın fotoğrafını çektim. Tek bir kare.

Kendimi yastığıma sarılmış, koltuğun bir köşesinde büzüşmüş halde bulduğumda saat 09:12’yi gösteriyordu sayın okuyucu. Korktuğum başıma gelmiş, işe geç kalmıştım. Hem de gece usul usul yağan karı izleyemeden… Gözlerimin önüne birden sokak lambasının ışığında görünen o harika manzara geldi, bir telaş koltuktan kalkıp camın kenarına koşturdum. O da ne! Sokaklar kupkuru, ağaçların üzerindeki kar taneleri şehri çoktan terk etmiş. Gece gördüğüm bir rüya mıydı yoksa sayın okuyucu? İnsanın ‘keşke rüya olsaydı’ diye içinden geçirdiği kötü anları bir kenara dursun, böyle güzel anlar neden hemen sona eriyordu ki? Dış mihraklar bana ilmek ilmek bir oyun mu örmüştü? Bana düşündükçe aklımı yitiriyormuşum gibi hissettiren bu düşü kim kurmuştu?

Ben uyurken yağan kar yine ben uyurken eriyip gitmişti; tıpkı ben fark etmeden olan bir dolu şeyin yine ben fark etmeden sona ermesi gibi. Gecenin bir yarısı, küçük ama kocaman bir dünyayı sığdırabildiğim odamın penceresinden yağan karın tek kare fotoğrafını çekmiştim. Sabaha tutmaz da kalmazsa diye… İçimden geldiği için, bilmeden, dürtüsel olarak bir fotoğraf karesinde saklamayı başarmıştım o geceyi. Bazı anlar bir fotoğraf karesinde saklı durur sayın okuyucu; sonsuza dek. O fotoğraf karesine baktığında o anın hissettirdiklerini derinden hatırlarsın. Daima…

Sabaha uyandığımızda beyaz örtü şehri terk etmişti. Çoğu insan uykusundayken o güzel manzarayı görmemişti bile; onlara anlatmaya kalksam bana aklımı yitiriyormuşum gibi bakacaklardı ama olsun; elimde kanıt vardı. Tek bir kare.

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.*

*(Turgut Uyar, Geyikli Gece)

kare.jpg

2 comments

  1. Kendimizi yaşarken kaçırdıklarımız olur,görmeyi beklerken es geçtiklerimiz gibi,sizin en azından o geceye dair bir kanıtınız var,olmayanlar neyi ispatlasın ? Yüreğinize sağlık,kısa bir film havasında hem okudum hem zihnimde canlandırdım,yani güzelmiş aslında.

    Beğen

Yorum bırakın