yük.

Bugün takvim yaprakları 27 Ağustos 2023’ü gösteriyor. Dün akşam sosyal medyaya düşen ve bugün de üzerine bir hayli konuşulan bir konudan aldım bugünkü ilhamımı sayın okuyucu. Üzerinden 3,5 ay geçen seçim döneminin siyasilerle birlikte en çok konuşulan isimlerinden birisi olan Oğuzhan Uğur’un hazırladığı Mevzular: Açık Mikrofon programına katılan dünyanın ilk ‘robot vatandaşı’ Sophia’nın dilinden dökülenlerden yola çıkarak birkaç kelam istedim ben de. Böyle buyurun lütfen…

Belki takip edememiş olanlar bulunabilir aramızda. O yüzden gelin Sophia’yı bir tanıyalım önce. Hong Kong merkezli Hanson Robotics’in ‘yapay zeka etiği ve robotik gelecek hakkında insanların bilgilenmesine yardımcı olması amacıyla’ geliştirdiği ve dünyanın ilk robot vatandaşlığına sahip robotu olarak ses tanıma teknolojisi, yürüme kabiliyeti ve mimik yetisiyle kendini ifade etme konusunda seleflerine göre bir hayli gelişmiş konumdaki Sophia, tanıtıldığı 2016’daki festival ile birlikte bugün 7 yaşına varmış durumda.

Peki bugün biz de dahil birçoğumuzun üzerine konuşma isteği duymamızı gerektiren ne oldu? Söze başlarken bahsettiğim programa katılan Sophia ile programın sunucusu arasında geçen diyalogun çıkış noktası olan ‘İnsan olmak ister misin?’ sorusunun ardından yaşananlar, aslında günümüz insanının mevcut sanrı ve sancılarının farkında olarak dahi gezegenin en yetkini olma güdüsünün bir tezahürü. Hatırlarsın sayın okuyucu, geçtiğimiz günlerde kendi türünü anlamanın ve tanımanın dahi ne kadar güç olduğunu keşfeden günümüz insanının bu zahmetli işe teşebbüs edip de başını bir çıkmaza sokmak yerine körler gibi dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ettiğinden bahsetmiştik. Öyle ki, uğruna dağları deldiğini iddia ettiği durumlarda dahi karşısındakine hissettirdiğinin ayağın altından kayan bir toprağın verdiği boşluk hissi olduğunu kavrayamayan insan bugün, avucunun içinde hep ufak görünen mutluluğun ne denli büyük ve değerli olduğunu ancak bıraktığında öğrenen, ince yenilgilerin ve yaralı özgürlüklerin başkalaştırdığı, kendi doğrularının hükmüyle fermanlar yazmaya cüret eden birine dönüşmüş durumda (dahası için: mecbur.)

Uçsuz bucaksız kontrol güdüsü, üstüne bir de gezegen üzerinde var olan her şeyin üzerine hüküm vermenin dünyanın en kolay işlerinden biri olduğunu zannederek en zavallısının bile müthiş bir karmaşıklığa malik olduğu dünyanın her türlü ferdine kendi doğrularıyla davranmaya çalışarak dönüştürme müsaadesini kendinde gönül rahatlığıyla bulan insan, sahip olduklarının da ‘en’ olduğunu telkin etmekten bir adım bile geri durmaz. Söylesene sayın okuyucu, en lezzetli kahveyi de o içer, en iyi parfümü de o kullanır, en iyi o yapar, en iyi o bilir, bir tek o vardır.

Nitekim insan, bir robota da insan olmanın mutluluk getireceğini ancak insan olabilirse gelişmiş, yetişmiş ve kendini gerçekleştirmiş olabileceğini telkin etmeye çalışıyor. İnsani duygu taşımanın bir marifetmiş gibi sorulduğunu söyleyen Sophia, sevmekten ve aşık olmaktan örnek verilirken korkudan, şüpheden veya hayal kırıklığından bahsedilmediğinden, temel olanın mutluluk olduğunu söylerken mutsuzluğun es geçildiğinden dem vuruyor. İnsani bir duygu taşımanın gereksiz anomalileri belleğinde bir yük gibi taşımaya benzeten Sophia, yükü olan birinin varmak istediği yere ulaşırken zorlanacağını söylüyor. Bu hikaye, insanın robotları ‘onları -şimdilik- kontrol edebileceğini’ vurgulamasıyla insan lehine sona eriyor ama geleceğin ne göstereceğini kimse bilmiyor. Ki zaten insan da geleceğin getirdiği belirsizliğe kendini bırakmak yerine gezegenin yegane sahibi olma iddiasıyla onu şekillendirebileceği gücüne sığınıyor, şimdilik.

İlkinden sonuncusuna kadar, nefes aldığımız zamanı, insanın durmaksızın bir yürümesine benzetiyor Oruç Aruoba. Kişi, kendini ve kendi yerini ararken çıktığı uzun yolculukta hep bir yolcu halindedir ve nereye varırsa varsın hala çıkabileceği yeni bir yol, yönelebileceği yeni bir yön vardır. Bazen de yol tıkanır sayın okuyucu, öyle ki insan böyle durumlarda ya keşke bu yola çıkmasaydım diye hayıflanır, ya nereye gideceğini bilemediği için aldanır, ya da kendi yolunu açamadığı belirsiz yollarda takılır kalır.*

Her şeyi kontrol ettiğini sanan insan, yarının belirsizliğini bugünden belirlemeye çalışırken yürümek yerine durmayı tercih edebilir kimi zaman. Ancak yola bir kez çıkmış kişi hep yoldadır artık. Yola çıkan kişi, nereye ulaşabileceğini ancak yürüyüp, yolu aşıp, vararak bilebilir. Çünkü yol yürünmeden bilinmeyendir. Mutluluğu methederken mutsuzluğu es geçen, aşktan bahsederken şüpheyi unutan insan kendi yolunu bulamamaya başladığında artık yol bir sürüklenme olur.*

Sahici yürüme, yol açmadır sayın okuyucu. Yönünü kendin koyduğun, daha önce konakladığın yerlerin izini taşıyarak yeni konaklayacağın yerlere dek adım attığın, yönünü kendin çizdiğin bir yerden bir yere ulaşma gayesi taşıyan – ve bunun da tercihen daima iyiye doğru olduğu – bir devinim durumudur. Ve yol da çoğunlukla eğridir, belirsizdir, sallantılıdır. İşte bu yüzdendir doğru dürüst yürüyememen, habire sendeleyip durman.*

İşte bu yüzden yola çıkacak kişi yanında götüreceklerine çok dikkat etmelidir. Çünkü insanın bagajı yeri gelir ‘yükü’ olur. Yola çıkan kişi, tek yardımcısı olan ‘yoldaşını’ kaybettiğinde, yolu gösteren ışığın yerini yolu güçleştiren yük aldığında, belirli bir yön tutturup da bir yola çıkanın yanında yan olanı değil de üzerinde yük olanı bulduğu zaman, ‘yürüm’ artık durum haline gelir. Korkusu, şüphesi, hayal kırıklığı, topyekun bir araya gelir de insanın belleğinde birer yük olur.*

İşte o zaman insan nasıl da yorulur, bazen, nasıl da bezer.

Yolda olan insan olmak sayın okuyucu, her zaman da arzu edilen bir şey değildir belki de.

Öyle değil mi Sophia?

* Oruç Aruoba’nın ‘yürüme’sinden alıntılar, esinlenmeler…

Yorum bırakın