Ekonomilerin baş belalarını sıralamaya kalksak enflasyonu ilk sıraya yazmamız gerekir sanırım. Ekonomiler için bir çift hançer niteliğindeki enflasyon bir yandan bireylerin alım gücünü zayıflatırken bir yandan da gelir grupları arasındaki uçurumu derinleştirir. Tanımı olarak fiyatlar genel seviyesindeki artış oranı olarak nitelendirilen enflasyonun etkileri sadece fiyatlar üzerinde doğrudan değil aynı zamanda fiyatlama davranışlarının bozulmasıyla birlikte ekonomik hareketliliği de etkiliyor.
Fiyatlar genel düzeyinin artması olarak algılansa da daha geniş bir yelpazede ekonomiyi olumsuz etkileyen enflasyon, alım gücünün azalmasına ve tüketicilerin satın alma güçlerini kaybetmesine sebep olur. Özellikle sabit gelirli kesimler, enflasyonun etkilerini daha fazla hissediyor, bunu günümüzde de tecrübe ediyoruz. Bununla birlikte, gelir grupları itibarıyla enflasyonun dağılımın bozulmasına da imkân sağladığını yine veriler üzerinden görüyoruz. Maalesef yaklaşık son 2 yıldır yaşadığımız enflasyon sorunu sebebiyle geçtiğimiz yıl ülkemizde gelir dağılımının, veri setinin içerdiği dönem boyunca en kötüleştiği yıl olduğunu gördük TÜİK’in verilerine göre. En yüksek gelir elde eden %20’lik kesim ile en düşük gelir elde eden %20’lik kesim arasındaki fark 8,4 katına yükselirken bu fark %10’luk kesimleri ele aldığımızda 15 katına yükseliyor.
Enflasyon geniş bir yelpazede ekonomiyi olumsuz etkiliyor demiştik ya. Tüketiciler kadar üreticilerin de bu durumdan zarar gördüğü bir gerçek. Fiyatlar genel seviyesinin sürekli artış eğiliminde olması, maliyetlerin de yukarı yönlü güncellenmesini beraberinde getiriyor. Maliyetlerin sürekli artmasıyla birlikte özellikle hammadde ve işgücü maliyetlerindeki artış, üretim maliyetlerini doğrudan etkilediği için üretici tarafının da satış fiyatları üzerinde yukarı yönlü sürekli güncellemelerini beraberinde getiriyor. Öyle ki, enflasyonun en büyük göstergelerinden birisi olan menü basma maliyetinden kaçınmak için sokak arasındaki esnaf lokantaları bile dijital kod okutur oldu.
Enflasyon beraberinde hiçbir şey yapmasanız bile bu kadar önemli sorunları tetiklerken bir de ülkemizde fiyat yapışkanlığını sonuna kadar hissettiğimiz ve fiyatlama davranışlarının özellikle üreticiler tarafından giderek çok daha derin bir şekilde bozulduğu bir dönemin tam ortasındayız. Maliyetleri döviz kuruyla ilintili olanlar da bir yana dursun ancak maliyetlerinin döviz kurlarıyla alakası olmayan sektörler bile keskin kur hareketlerini fiyat artışı sebebi olarak görmekte. Ancak fiyat artışlarına sebep olan döviz kurlarındaki geri çekilme, aynı üreticilerin fiyatlarını aşağıya çekmesine sebep olmuyor. Fiyatların gittiği yerde yapışıp kalması birinci sorunumuz iken ikinci sorunumuz ise daha yapışmadan önce fiyatların belirlenmesinde artık herhangi bir rasyonelliğin kalmaması. Bundan çok kısa bir süre önce, bir öğle yemeğinin daha şık bir yerde ne kadar, daha salaş bir yerde ne kadar tutabileceğini, talep ettiğiniz ürünlere ne kadar ödeyeceğinizi az çok kestirebilir durumdaydık. Ama artık bu yetimiz elimizden alındı. Fiyatların neredeyse günlük, haftalık dalgalanması, üretici tarafının fiyatlama davranışlarının kökten bozulması, fiyatlardaki belirsizlikler tüketicilerin harcama alışkanlıklarını doğrudan etkiliyor. Bunu da üzerinden biraz zaman geçince harcama kompozisyonlarıyla görebileceğiz aslında.
Fiyat istikrarı, sadece fiyatların değil ekonominin genel dinamiklerinin de rasyonel bir zeminde istikrarlı hareketini sağlayan bir unsur. Dolayısıyla başımızdaki enflasyon belasından kurtulurken aynı zamanda üretici ile tüketici arasındaki şeffaf iletişimi yeniden tesis eden bir mekanizmayı da önümüzdeki döneme ilişkin ödevlerimiz arasında saymış olalım.
Güzel ve sağlıklı bir hafta geçirmeniz dileğiyle.
Bu yazı 31 Ocak 2024 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.

