ben’im.

Benim inancım yeryüzünde yürüyüp dolaşan bütün canlıları da gökyüzünde kanat çırpıp uçan bütün kuşları da insanlar gibi birer ümmet kılarak hiçbir şeyi eksik bırakmıyor.

Benim ahlâkım ‘sevgin olmasa bile vicdan ve merhametin olsun’ diyerek yeryüzünde var olanlara merhamet etmeyene gökyüzündekilerin merhamet etmeyeceğini söylüyor.

Benim kültürüm bundan 200 yıl önce Gurabahane-i Laklakan’ı kuruyor, ‘Bu meydan malul hayvanların düşkünler yurdudur’ diyor, Payitaht’ta hayvanlar susuz kalmasın diye yalaklar inşa ediyor.

Benim edebim, bir insanın üstüne basa basa ‘hayırlı bir şey olsa adı it olmazdı’ diyerek ismi Kur’an-ı Kerim’de geçen; Allah’ın, kendinin bir tek tüyünü bile yaratamayacağı varlığına dil uzatmasına müsaade etmiyor.

Benim aklım, insanlık yüzünü fezaya çevirmişken, bilimi buluşlarıyla bezerken, bilginin sınırlarını zorlarken; bir sorunun çözümünün bir ırkı topluca ölüme göndermekten geçtiğini düşünebilmeyi almıyor.

Benim zihnim, elimden su içen, yavrusuna yardım isteyen, beni görünce sevinçten deliren bir hayvan ile göz göze geldiğim anları, her sabah başını okşadığım bir hayvanın huzurunu unutmuyor.

Benim vicdanım, kendimi doğayla tamamlayıp ‘Eşref-i mahlûkat’ (varlıkların en şereflisi)olmak varken doğayı hiçe sayıp her şeye sahip olduğum sanrısıyla ‘Esfel-i sâfilîn’ (sefillerin en sefili) olmayı kabul edemiyor.

Çocuğum olmadan her canın yaşam hakkı olduğunu düşündüm diye ‘çocuk sevgisiz, ittapar’ oldum. ‘Çocuğun olmadığı için sen böyle olmuşsun’ dediler. Lakin her yıl onlarca çocukla beraber ne güzel işler yaptım.

Mama lobisi oldum, ağzı kapalı köpek mamaları bir gece apartman girişinde durdu diye apartmanı koku basmış oldu. Lakin yerde bir karış kar varken, hava bıçak gibi soğukken ‘acaba ne yaparlar’ diye kilometrelerce yol gidip canları besledim.

Helali hoş olsun. Boğazlarından geçen her bir lokma yemek, her bir damla su binlerce kez helal olsun.

Bundan yüzyıllar önce Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Uhud Seferi’nde önerilerine yavrusunu emziren bir kedi çıkınca askerin güzergâhını değiştirmiş, dönüşte de bu kediye Müezza (şereflendiren) adını vermişti. Bir başka rivayet de Müezza cellabiyesinin ucuna kıvrılıp uyuyunca Peygamberimizin ezan okunduğunda onu rahatsız etmektense cellabiyesinin ucunu kestiğini anlatır.

Bu ahlakın mirasçısı insana, yüzyıllar sonra, bir canı yaşatmak varken ve mümkünken topluca can almayı konuşmak hiç yakışmıyor.

Hiçbir canımız yanmasın. Hiçbiri.

Hep birlikte yaşamak mümkün.

Nasıl mı? Birlikte yaşamanın yolları sayısız kez yazıldı, çizildi.

Bir tek yaşamayı ve yaşatmayı istemek kaldı geriye.

Yeter ki isteyelim.

Şair şöyle diyor:

‘Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

                       hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

                       yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.’

Milyonlarca yıldır var bu dünya. Milyonlarca yıl da var olacak belki de. Ama bir gün soğuyacak, koskocaman kâinatta bir boş bir ceviz gibi yuvarlanacak.

Peki ya insan? Bu dünyada her şeyin sahibi olan Allah’ın yerine göz dikerek sefillerin en sefili mi olmayı seçecek yoksa yeryüzünde yürüyen, gökyüzünde kanat çırpan her bir can ile birlikte şerefli bir hayat mı sürecek?

Cevabını aklını ve vicdanını kullanarak ver sayın okuyucu.

Yorum bırakın