2024 Nobel Ekonomi Ödülü Üzerine

Roser (2017) 1800’lerde dünyanın %80’inin bugün yoksulluk olarak nitelendirdiğimiz şartlarda yaşadığını, 1975’e gelindiğinde dünyanın yoksul ve gelişmiş olarak ‘iki hörgüçlü bir deveye’ benzediğini ve bu iki dünya arasındaki farkın 10 kata çıktığını ifade eder. 2022’ye geldiğimizdeyse, en zengin %1’lik kesim küresel servetin %40,5’ine sahip (WID, 2024) ve dünyanın en zengin %20’si en fakir %20’sinden 30 kat daha zengin (UNU-WIDER). OECD (2014) ise 1820-2020 arasında ülkelerin gelir düzeyleri arasındaki farkın da giderek açıldığını ortaya koyarken ekonomi literatürü giderek derinleşen bu eşitsizliğin sebeplerine bir hayli fazla kafa yordu ve yormaya da devam ediyor.

Daron Acemoğlu, kendisiyle birlikte ‘muhteşem üçlü’ olarak adlandırabileceğimiz Robinson ve Johnson ile birlikte kendisine Nobel Ekonomi Ödülü’nü getiren kurumsal iktisat alanındaki çalışmalarının yanında aslında uzunca bir süredir ülkelerin birbirinden neden farklılaşabileceğini çalışıyor. Örneğin Acemoğlu ve Zilibotti (2001) en az gelişmiş ülkeler (EAGÜ) tarafından kullanılan birçok teknolojinin OECD ekonomilerinde geliştirildiğini, bu teknolojilerin gelişmiş ülkelerin gelişmiş beşerî sermayesinin kullanımından faydalanmak için tasarlandığını, EAGÜ’lerdeki beceri arzındaki yetersizliğin düşük üretkenliğe yol açtığını ve bunun da eşitsizliği derinleştirdiğini ortaya koyuyor.

Nobel Komitesi, bugün Acemoğlu, Johnson ve Robinson’a giden 2024 Nobel Ekonomi Ödülü’nü şöyle duyurdu: ‘En zengin ve en fakir ülkeler arasındaki kalıcı gelir farkını açıklamak için kanıt sağlamak kolay bir iş değil. Ödül sahipleri, bu farkın açıklaması için yeni ve ikna edici kanıtlar buldular: bir toplumun kurumlarındaki farklılıklar’. Hiç şüphe yok ki, kurumlar ile refah arasındaki ilişki kati bir nedensellikten ibaret değil. Nitekim, bu nedenselliğin yokluğunu istatistiki olarak ortaya koyan çalışmalar da mevcut (Örneğin, Siddiqui ve Ahmed, 2009; Herce vd., 2001; Rothstein ve Stolle, 2003).

Ancak kurumların gelişmişliğinin getirdiği pozitif yayılma etkisi ve ekosistem, gelişmiş ülkelerin diğerlerine kıyasla neden daha zengin olduğuna etkili bir açıklama getiriyor. Öyle ki, Acemoğlu ve Robinson’un dilimize de çevrilen meşhur ‘Why Nations Fail’inde örnek verilen ABD–Meksika sınırındaki Nogales kenti, aynı coğrafya ve iklim şartlarının olduğu, aynı türden insanların yaşadığı bir yerde sınırın iki yanındaki gelir seviyesinin, sosyal güvenlik haklarının, yaşam süreci ve insani gelişmişlik düzeyinin, birbirinden farklı ekonomik ve siyasi kurumlar ile bu denli farklılaşabildiğinin çarpıcı bir örneği.

Kurumlar sadece gelir seviyesinde rol oynamıyor. Dedik ya, bir ekosistem ortaya çıkarıyorlar. Mesela Faruq (2011) daha gelişmiş kurumsal yapının, ülkelerin daha iyi bir ihracat performansının anahtarı olan ihracat kalitesi üzerinde istatistiki olarak anlamlı bir etkiye sahip olduğunu ortaya koyuyor. Kısmet olursa bu güz döneminde savunacağım ve Türkiye’nin son 25 yıllık ihracat görünümünü nitelik bazlı incelediğim doktora tezimde de Türkiye’nin ihracat rekabetçiliğinde niteliğin istatistiki anlamını ve kurumları analize dahil ettiğimizde dahi bu istatistiki anlamlılığın zarar görmediğini bilimsel bir şekilde ortaya koyuyorum.

Uzun lafın kısası, Daron Acemoğlu’nun hak edilmiş bir Nobel Ödülü’nü James Robinson ve Simon Johnson ile birlikte alması, bu alanda çalışmalar yapan bizlere de ilham veriyor.

Yorum bırakın