dinle beni bi.

“- Dinliyorsunuz beni değil mi Mümtaz Bey?”
“- Tabii ki dinliyorum hocam, aşk olsun….”

Psikoloğumun bu kaçıncı soruşuydu aynı soruyu, hatırlamıyorum. Bir önceki buluşmamızda aldığı notların ardından yaptığı değerlendirmelerle başlamıştık bu seansa. Aslına bakarsan sayın okuyucu, fazlasıyla da nokta atışı yapıyordu kendisi ama anlatmak istediklerimi toparlamaya çalışarak geçen iki haftanın sonunda, paylaşacaklarımı düşünüyor olsam gerek ki aynı soruyu birkaç kere sorup kendisini gerçekten dinlediğimi teyit etmek istiyordu.

Kanserden sonra çözümü bir türlü bulunamayan çağımızın ikinci büyük sorunu bu sanırım: karşımızdakini sadece duymak, ama dinlememek. Yani ses var ama anlam yok.

Ben söz konusu olduğumda ise asla susmadığımı söyler insanlar. Hakları da var; dünya kadar derdi olanın anlatacakları da dünya kadardır çünkü.

Ama bu sefer biraz yorgun hissediyordum kendimi. Sadece bedenen değil. Ruhumun da bir bel fıtığı vardı sanki, taşıyamadığı yükler olmuş, sinirlere baskı yapıyordu.

Hani insanlar bazen “Seninle konuşmak iyi geliyor” der ya, bana öyle diyen çok oldu. Ama sonra ne oldu, biliyor musun? Herkese iyi geldim, ben ise yerimde kaldım.

Üç harfli marketlerde, değiştirilmiş etiketler gibi hissediyorum kendimi bu aralar. Tam bir ‘bir zamanlar anlamlıydım, şimdi kimse dönüp bakmıyor’ hali yani senin anlayacağın. Ama sayın okuyucu, bunları içimden mi söylüyordum yoksa duyuluyor muydum ondan hiç emin değildim işte.

Tam da bu anda ilgisini çekecek bir şey söylemek istedim:

“- Hocam ben geçen hafta kafeye gittim. Yalnız gitmedim, geçen gün çöp kutusuna yanlışlıkla attığım WhatsApp grubundan bir arkadaşımla…”

“- Nasıl yani? İnsan WhatsApp grubunu çöp kutusuna nasıl atar?” diye sordu, gözlüğünün üzerinden bakarak.

Ciddi ciddi merak etti. İşte onu beklemediği yerden vurmuştum, Eureka!

“- Ya şey… Telefonda bir tuş var, şöyle eliniz kayıyor… Bir bakmışsınız, yıllardır paylaşılan 2.468 mesaj, 89 sticker ve sayısız resim ile birlikte yok olmuş. Neyse… Ben anlatayım siz dinleyin lütfen.”

“- Tabii ki dinliyorum Mümtaz Bey,” dedi. Ama gözüm bir yandan not defterinin boş sayfasında gezinen kalemindeydi. Her ‘dinliyorum’ dediğinde sanki sadece kelimeyi tekrar ediyor ama içinden market alışverişi listesi yapıyor gibi geliyordu.

“- Hocam…”

“- Buyurun Mümtaz Bey…”

“- Çevremde herkes bir şey anlatıyor ama kimse beni dinlemiyor. İş arkadaşım geçen gün ciddi ciddi şöyle dedi: ‘Geçen ay sabahları neden mutsuz uyandığımı buldum… Çünkü yatak başlığım Feng Shui’ye tersmiş.’ Düşünebiliyor musunuz hocam? Kadının mutsuzluğu bile mobilya kaynaklı. Peki ben ne dedim biliyor musunuz?”

“- Ne dediniz?”

“- Olsun, en azından sizin problemleriniz taşınabilir.’”

Hay Allah! Gülmedi.

Ama bir şeyler yazdı. Elindeki not defterine ne yazıyor bilmiyorum ama umarım alışveriş listesini yazmıyordur sayın okuyucu.

Ben ne yazdığını deliler gibi merak ederken o “Devam edelim…” demekle yetindi.

“- Benimle kimse gerçekten ilgilenmiyor hocam. Bakın size geçen gün evde yaptığım bir denemeyi anlatayım. Televizyon açık, eşimle birlikteyiz. Ama eşimle birlikte izliyor muyuz tam emin değilim; çünkü ekranın altıya bölündüğü, altı sesin birbirinin üzerine çıktığı bir kakafoni izlenmekten çok uzaktır. Her neyse… Birden durdum, ciddi ciddi ‘Ben Mars’a yerleşiyorum, dönüşü olmayan bilet aldım,’ dedim. Ne dese beğenirsiniz bana hocam?  ‘Aa çok güzel,’ dedi, gözünü ekrandan ayırmadan. Beni Elon Musk’la evlendirdi kadın, haberi bile yok hocam!”

Sonunda gülümsedi sayın okuyucu, sonra da bir şeyler yazdı deftere. Ne yazdığını asla bilmiyorum ama hep bir ihtimal vardır ya hani, “Danışanın narsistik öfkesi yeniden yüzeye çıkmakta” gibi cümleler kuruyordur herhalde.

Halbuki ben sadece anlatmak istiyorum. Bu da mı kabahat ya hu?

Öyle ya da böyle, seansın son on dakikasına geldiğimizde biraz içim kabarmıştı. Tam da “Sanırım bu terapi iyi geliyor,” diyecekken hoca birden başını kaldırdı ve dedi ki:

“- Mümtaz Bey, bugün biraz sustunuz. Her şey yolunda mı?”

“- Ne?! Hocam ben yarım saattir 90’lardan kalma bir doğum günü travmamı anlatıyorum. İçinde ağlayan palyaço, eriyen pastalar ve bayılan uzaktan akrabalarım var. Siz ne diyorsunuz, gerçekten dinliyor musunuz beni?”

“- Tabii ki dinliyorum Mümtaz Bey, aşk olsun…”

Yorum bırakın