2025 yılı Nobel Ekonomi Ödülü, son çeyrek yüzyılın popüler ifadesi ‘sürdürülebilirlik’ ile büyüme arasındaki dinamiğe odaklanarak açıklandı:
“Sürdürülebilir ekonomik büyümeyi mümkün kılan şey nedir?”
Artık Nobel ödüllü iktisatçılar listesinde yer alan Joel Mokyr, Philippe Aghion ve Peter Howitt, ekonomik büyümenin uzun dönemli seyrini “bilgi–kültür–kurum” üçlüsü, “yaratıcı yıkım” mekanizması ve inovasyon dinamikleri üzerinden açıklayarak, günümüz dünyasında büyümenin dinamosunun bilgi ve yenilik olduğunu bir kez daha teyit ettiler.
20. yüzyılın ikinci yarısında nefes kesen Solow’un büyüme teorisinin (1956) ortaya koyduğu büyüme modellerinde eksik kalan “teknolojik değişimin kaynağı nedir?” sorusuna cevap, yeşil ve dijital dönüşüm süreciyle birlikte hızla ve kökten değişen bugünün dünyasında, yalnızca yeni teknolojilerin benimsenmesiyle değil, bilginin üretimi, kurumların yeniden tasarımı ve kültürel dönüşümün eşzamanlı olarak gerçekleşmesiyle sürdürülebilir büyümenin sağlanabileceği şeklinde veriliyor.
2025 yılı Nobel Ekonomi Ödülü’nün sahiplerinin bireysel çalışmaları hakkında yazıldı, çizildi. Ancak bazı hususları bizim de ifade etmemiz faydalı olacaktır. Mokyr (2001) insanlığın tarih boyunca tanıştığı her yeniliği bilgi üretimi ile uygulaması arasındaki ilişkinin zayıflığı sebebiyle büyümeye dönüştüremediğini, bu bağlamda ‘propositional knowledge’ kavramının doğanın dinamiklerini anlamada bize yardımcı olan teorik bilgiyi temsil ederken ‘prescriptive knowledge’ kavramının ise bilginin pratiğe dönüştürülen kısmını oluşturduğunu ifade eder. 15.-16. yüzyılda kıvılcımları yanan Rönesans ile başlayan yenilikçilik ateşinin anca 19. yüzyılın sonlarında sanayileşmeye dönüşmesi de tam da bu sebeptendir. Bilimsel bilginin pratik bilgiyle buluşması ve yoğrulması, Mokyr’in ifadesiyle bu dönem “Endüstriyel Aydınlanma”yı (Industrial Enlightenment) beraberinde getirdi.
Mokyr’in savından bugüne çıkaracağımız ders ise hayatın her türlü alanında bilimsel bilgi ile pratik bilginin etkileşimini güçlü kılan bireyler, toplumlar, ülkeler Mokyr’in vurguladığı gibi, “yeniliğe karşı direnişin” üstesinden gelebilme yetisine de sahiptir.
Gelelim bu seneki Nobel’e damgasını vuran ‘yaratıcı yıkım’ kavramına. Schumpeter’in (1942) tanıştırdığı “yaratıcı yıkım” kavramını, “ekonomik yapıyı içeriden sürekli olarak devrim niteliğinde değiştiren, eskisini sürekli olarak yok eden ve sürekli olarak yenisini yaratan endüstriyel mutasyon süreci” olarak tanımlamıştır.
20. yüzyılın ilk yarısında ortaya atılan bu çığır açıcı kavramın pratiğe dönüşmesi için 50 yıl bekledik. 2025 Nobel Ekonomi Ödülü’nün diğer yarısını paylaşan Philippe Aghion ve Peter Howitt, 1992 tarihli “A Model of Growth through Creative Destruction” adlı makaleleriyle büyümenin ‘süregelen’ bir yaratıcı yıkım döngüsünün sonucu olduğunu; yeni teknolojilerin eskilerini yerinden ettiğini, bazı firmalar kaybederken onların yerini ‘yeni doğanların’ aldığını ve bu döngünün sürüp gittiğini ortaya koydular.
Aghion ve Howitt’e (1992) göre asıl odaklanmamız gereken yıkımın kendisinden ziyade yaratıcılığın sürekliliğidir. Yeni teknolojilerin sadece üretimde değil, kurumlarda, becerilerde ve iş yapma biçimlerinde de yenilik yaratması gerekir. Dijital dönüşüm, verimlilik artışı sağlayan teknolojik atılımları teşvik ederken, aynı zamanda toplumsal adaptasyon, eğitim reformu ve dijital beceriler alanında kurumsal kapasite gerektirir.
Aghion ve Howitt’in literatüre asıl katkısı ise rekabet ile inovasyon arasındaki ters-U ilişkisini ortaya koymasıdır. Buna göre düşük rekabet inovasyonu köreltir, aşırı rekabet ise kaynak yetersizliği nedeniyle yeniliği engeller. En yüksek inovasyon düzeyi, “orta düzey rekabet” ortamında ortaya çıkar.
Bu noktada iktisat biliminin olmazsa olmazı ‘kaynakların etkin kullanımı’ gereğini anımsayalım. İnovasyon ve rekabetçiliği güçlendirmek gibi halis bir niyetle etkinliği belirlenemeyen patentler, AR-GE teşvikleri vb. piyasada aşırı rekabeti ortaya çıkarabileceğinden yeniliğin önüne bir set çekebilir.
2025 Nobel Ekonomi Ödülü’nün bize tuttuğu ışık ise şu: günümüz dünyasında büyüme maddi faktörlerden ziyade entelektüel sermaye, öğrenme ve yenilik kapasitesiyle sürdürülebilir hale geliyor. Bu anlamda ‘sürdürülebilirliğin’ ve ‘bilgi temelli büyümenin’ tartışmaların odağına yerleşmesi çok önemli.
Nobel’den Türkiye İçin Kıssalar
Bu yılki Nobel teması, ülkemizin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ekonomiler için de bilgi temelli büyüme bağlamında önemli mesajlar içeriyor.
Mokyr’in ifade ettiği gibi “bilgi–kültür–kurum” üçlüsünün ülkemiz için uyarlanması, Türkiye, yalnızca teknolojiyi ithal eden değil, onu üreten ve dönüştüren bir ekonomi olma yolundaki kararlılığını güçlendirecektir. Bununla birlikte Aghion ve Howitt’in altını çizdiği gibi ‘yaratıcı yıkımın sürdürülebilirliği’ bağlamında da ülkemizde yeşil ve dijital dönüşümün birbirini besleyen bir yapıda devamının tesisi önem arz ediyor. Doğru adımlarla birlikte, dijital dönüşüm, ekonomilerde verimliliği artırırken aynı zamanda yeşil dönüşümün de hızlanmasını sağlar. Enerji verimliliği, akıllı şehir sistemleri, dijital tarım teknolojileri gibi alanlarda dijital çözümler, yeşil dönüşümün maliyetini azaltan tamamlayıcı araçlardır. Bu nedenle iki dönüşümün birbirinden değil, birbirini besleyen ve hızlandıran süreçler olarak görülmesi gerekir.
Son satırlarına yaklaştığımız bu çalışmanın ise katkısının şu olduğuna inanıyorum: Türkiye, dünyayı köklü bir şekilde dönüştüren yeşil ve dijital rüzgârlara yerli dönüşüm rüzgârını da ekleyerek bilimsel bilgiyi millî kapasiteyle buluşturarak pratik bilgiye dönüştürebilir ve böylece üçüz dönüşüm ile yoluna daha güçlü bir şekilde devam edebilir.
Bu bağlamda yerli dönüşümü, bilimsel bilginin, teknolojinin ve üretim becerilerinin yerli ekosistem içinde üretilerek yeniden dolaşıma sokulması şeklinde yorumlamak ve uygulamak gerekir. Bir döngü içinde ilerlemesi gereken yaratıcı yıkım sürecini, millî pratiklikle yoğurarak devam ettirmek üretim süreçlerinde de tam bağımsızlığı beraberinde getirecektir.
O halde artık yerli, yeşil ve dijitalden oluşan ‘üçüz dönüşümü’ bütüncül bir bilgi ekonomisinin mimarisi için tamamlayıcı unsur olarak görmek gerekir. Sürdürülebilir büyüme, Mokyr’in tarihsel analizlerinde ifade ettiği gibi ‘neden’ ve ‘nasıl’ bilgisini birleştirerek, Aghion ve Howitt’in ifade ettiği gibi ise bu birleşimi bir döngüye dönüştürerek mümkün olabilmektedir.
Bugün Türkiye’nin 2025 Nobel’inden çıkaracağı hisse, yeşil dönüşümün gerektirdiği bilimsel bilginin, dijital dönüşümün sağladığı teknolojik araçlarla ve yerli dönüşümün sunduğu üretim kapasitesiyle entegre edilmesidir. Bilgi üretimine dayalı büyüme ve kalkınmanın unsurları üretim ekosistemi, sanayi ve ticaret politikası, beşerî sermayenin gelişimi gibi listeyi uzatabileceğimiz birçok hususun kurumsal uyumunun sağlanması, toplumumuzun yeniliğe, girişimciliğe ve çevresel duyarlılığını güçlendirecek kültürel dönüşümün tesisi ve rekabetçiliği destekleyici mekanizmaların rekabeti gerçekten de destekler şekilde yeniden değerlendirilmesi öncelikli adımlarımız olarak nitelendirilebilir. Bu anlamda, ülkemizin ‘üçüz dönüşümünü’ yalnızca ekonomik değil kurumsal ve kültürel bir dönüşüm olarak da görebilmek mümkün.
Sonuç olarak, Mokyr’in tarihsel analizinden Aghion ve Howitt’in dinamik modeline uzanan çizgi, Türkiye’nin üçüz dönüşüm vizyonuyla kesişiyor.
Kıssadan hisse: “Bilgi üret, yeniliğe açık ol, kurumlarını güçlendir – büyüme kalıcı hale gelir.”

