Gün içerisindeki herhangi bir vakitte bir peçeteye, bir kağıt kenarına, o an için üzerine bir şeyler yazılabilecek herhangi bir şeye karalanmış satırlarımdan; kah gönderilmiş kah gönderilmemiş mektuplarımdan haberdarsın sayın okuyucu. İşte onlardan biriyle daha karşındayım. Para ile ilhamın kimde olduğu bilinmezmiş. Öyle ki bazen telefonundaki bir konuşma penceresi sana onlarca satır ile beraber gelirmiş. Bir gün batımında başladığın yazıyı bitirmek bir gün doğumuna kısmet olurmuş. Bir varmış, bir yokmuş.
İnsanların giderek birbirine eşya gibi bakmaya başladığı ve aynı insanların hayatı tekdüzeleştirmekten kendini alamadığı bugünümüzde detayları önemseyip de halihazırda değerli olan bu detayları daha da değerli hale getiren insanların sayısının toplamı, iki elin parmaklarının sayısına ancak yakınsamakta. Ve bir de sayıda hafif ama pahada ağır bu insanlar bir de hatıralarını anımsayarak zihin antrenmanı yapmaktan çekinmiyorlar ya, aman sabahlar olmasın.
Bundan 5,5 ay önce Paris’te Beauvais Havaalimanı’ndan şehir merkezine doğru giden bir otobüsün en arka sol koltuğunda karaladığım satırlar geçti elime. Kendim için yazdığım notlara bir yenisini de bu satırların arasına eklemişim: “Küçük şeyleri unutmayanlar, en geri hatıraları da unutmayanlardır”. İnsanların sabahları uyanıp da sıcacık yataklarından sıyrıldıkları, gün içerisindeki koşturmacaya kendilerini kaptırıp da gökyüzünde yıldızların iyice belirginleştiği saatlerde tekrar yataklarına döndükleri; ancak öylesine geçirdiği günlerle dolu hayatlarında asıl anlamlı olan şeylerin küçük şeyler olduğunu akıllarından çıkarmaları ne kadar da acı. Cidden ne çok acı var bu hayatta.
Ha o küçük şeyler de en geri hatıralar ile beraber geliyor, o da bir gerçek. ‘Cahillik mutluluktur‘ demişler ya hani; küçük şeylere takılmayıp da o hatıraları anımsamayan ‘insanlar’, aslında hayatı öylesine geçirdiklerinin de farkında değiller ki sayın okuyucu. Asıl ikilem de burada başlıyor zaten. Hayatı öylesine yaşadığının farkına bile varmadan mutlu mesut geçinip gittiğini zannetmek mi yoksa anımsamanın o keyfini bir kez tattıktan sonra vazgeçememek mi…
İnsan yaşamaya başlamadan önce hayat yoktur, hayata anlam veren yaşayan insandır der birtakım filozof. Ve değer denilen şeyin de insanın seçtiği bu anlamdan başka bir şey olmadığını da ekler sözlerine. Diğer bir deyişle sayın okuyucu, kendini de hayatı da ‘değer’lendirmek elinde. Korkma anımsamaktan, hayat o hatırların ile değerli.
“Anımsamak, bazen bir büyük lütuf, bazen bir büyük acı. Güçlü bir hafıza, ağır bir cezadır. Ve işin kötüsü, iyi anları nadiren, kötü anları sıklıkla hatırlatır.” demiş Orhan Kemal. Bir Yudum Kitap da eklemiş, “biz hafızası çok iyi çocuklardık ve en çirkin görüntüleri yüklediler bize” diye.
Gerçekten de biz hafızası çok iyi çocuklardık ve en çirkin görüntüleri yüklediler bize. Varsın olsun sayın okuyucu, biz yine anımsamaktan çekinmiyoruz. Aklımıza sıklıkla gelenler nadiren gelenleri silip süpürse de biz hayatı böyle güzel yaşamaktan geri durmuyoruz.
Çünkü hayat böyle değerli, öylesine yaşayıp giderken değil. Sen bakma öylesine yaşayıp gidenlere sayın okuyucu.
Sen uçmayı anımsa, kuşlar ölümlüdür.