19. yüzyılın başlarında ünlü besteci Ludvig Van Beethoven’a 9. Senfonisini bestelerken bestesinin bir bölümünün yıllar sonra Avrupa’da kurulacak bir birliğin resmi marşı olacağını söyleseler sanıyorum ki bunu söyleyene deli gözüyle bakardı. 1829’dan 20. yüzyıl ortalarına geçen süreçte dünya, iki tanesi büyük çaplı dünya savaşı olmak üzere sayısız savaşa tanık oldu, devrimlere şahitlik etti ve çok değişti. Avrupa Birliği 1958 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu adıyla kurulduğunda Avrupa’da özgürlüklerin ve barışın güçleneceği ve Avrupalı devletlerin neredeyse her anlamda bir birlik oluşturacağı düşüncesiyle tarih sahnesindeki yerini alıyordu. Ancak bugün geldiğimiz nokta hayal edilenden birazcık farklı.
Birbirine komşu ülkelerin bile savaş meydanlarında karşı karşıya gelmekten kaçınmadığı bir Avrupa’da öncelikle kıta sakinleri arasındaki barışı sağlamak için öne çıktı birlik fikri. Öyle ki, Avrupa kıtasının önemli üyelerinden Fransa ve Almanya bile 1870 yılındaki 1870 Savaşı ile başlayıp II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar geçen süreçte üç kez karşı karşıya gelmiş ve bu mücadelelerinde birçok insan hayatını kaybetmekle kalmamış, Avrupa’nın bozulan dengeleri her seferinde yeniden sağlanmaya çalışılmıştı. Barışın sağlanması ve ülkelerin ekonomik çıkarlarını aynı doğrultuda geliştirilmesi amacıyla 1951 yılında 6 üyeli Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu olarak ortaya çıkan bu oluşum 1957 yılında imzalanan Roma Anlaşması ile beraber 1958 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak yaşamını devam ettirdi. Hedeflenen ticari, ekonomik ve sosyal birliğin temellerinin atıldığı bu dönemden uzunca yıllar sonrasında ise 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması ile beraber Avrupa Birliği terimi de üç sütunlu bir uygulama alanı ile tarih sahnesindeki yerini aldı (Duman, 2017).
Sözleşmeler üzerinde gayet uygun bir şekilde geliştirilen Birlik anlayışı iş pratiğe döküldüğünde biraz bocaladı. Mesai saatleri içerisinde Almanya’da harıl harıl çalışan işçiler ile Yunanistan’da kahvelerini yudumlayanların aynı Birlik’te yer alması fikri giderek bir ütopyanın hayata geçirilmesi çabasını gösteriyordu bizlere. Bu köşenin de teması olan ekonomik açıdan bakacak olursak Birlik, üyelik için gereken kriterleri bile üyeleri tarafından sağlayamaz duruma gelmiştir. Öyle ki, Maastricht Kriterleri olarak da bilinen bu kriterlerden birinde üye bir devletin borçlarının toplam gelirine oranının %60’ı geçmemesi hükmü yer almaktadır.
Peki üye ülkelerin görünümü nasıl? Müsaadeniz ile birkaç oran paylaşmak istiyorum sizinle. 2015 yılı sonu itibarıyla Avrupa Birliği’nin tamamında borçların gelire oranı %85 olarak gerçekleşirken bu oran Yunanistan’da %177’ye kadar yükseliyor. E peki nerede Birlik bilinci, nerede kriterler? Bu arada ülkemizin durumu da bir hayli parlak bu kriterde. Karşılaştırmanın uygun olması açısından incelediğim 2015 yılı sonu itibarıyla ülkemizde devlet borçlarının gelirimize oranı %27,5 oranında. Üyelik kriterlerinin dahi çok çok altında.
Şekil 1: 2015 Yılı Sonu İtibarıyla Avrupa Birliği’ne Üye Ülkelerde Devlet Borçlarının GSYH’ye Oranı (Kaynak: Duman, 2017).
Avrupa Birliği’nin giderek bir ütopya düşüncesine dönüşmesi, kendisini üye ülkelerin Birlik’ten ayrılma düşüncelerinin de giderek su yüzüne çıkmasıyla göstermeye başladı. Hepimizin hatırladığı gibi, geçtiğimiz yılın Haziran ayında Birleşik Krallık’ta yapılan oylamanın ardından çıkan sürpriz sonuç, Birlik’in Almanya’dan sonra en büyük ekonomisi durumundaki Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılmak istediğini ifade ediyordu. Kurulduğu tarihten bu yana sadece Birlik’e katılım sürecini tecrübe ederken ilk defa tecrübe edilecek Birlik’ten ayrılma süreci hepimiz için bilinmez bir kutu. Ancak yöneticiler tarafından yapılan açıklamalara baktığımızda Brexit olarak adlandırılan bu ayrılma sürecinin detaylı planının ve takviminin 2017 yılında açıklanacağı ve yöneticilerin bir an önce işe koyulacağı ifade ediliyor. Hepimiz bekleyip göreceğiz.
İktisat ve Toplum Dergisi’nin Şubat ayında “AB-Türkiye-Brexit” başlığı ile çıkardığı sayısında bu konuyla ilgili daha ayrıntılı bir çalışmam mevcut, ilgililere de buradan duyurmuş olayım. Hareketli bir 2016 yılından sonra 2017 yılı da Avrupa Birliği ve Birlik’in ülkemiz ile ilişkileri açısından merakla beklenen günleri beraberinde getireceğe benziyor. Kuruluştaki hedefleri ile bugün geldiği nokta arasındaki farklılıklar yüzünden artık bir ütopya olarak tanımlanmaya başlayan Avrupa Birliği’nin geleceği de bir o kadar merak konusu.
Sabahları gün daha erken doğmaya başladı, güneşi gökyüzünde daha uzun görmeye başladık. Güneşin eksik olmadığı aydınlık günlere ulaşmak dileğiyle.
Hepimiz için güzel bir hafta olsun.
KAYNAK
- Duman, M. C. (2017). Sevabıyla Günahıyla Bi̇r Ütopya: Avrupa Bi̇rliği, İktisat ve Toplum, 76. Sayı, 42-47.
Bu yazı 17 Şubat 2017 tarihinde HaberAnkara‘da yayınlanmıştır.
Uzun zamandır yazılarınızı takip ediyorum. Yine güzel bir yazı olmuş elinize sağlık, şekli neden eklemediniz yazınıza?
BeğenBeğen
İlginiz için çok teşekkürler. Gözden kaçmış, gereken güncellemeyi yaptım. 🙂
BeğenBeğen