Tam kurtuluyorum, dakikalarla ölçülebilen bölük pörçük uykularım ile vedalaşıp da güne başlama cesareti gösterdiğimde artık güneşi de görebileceğim diyorum; Ankara’da arşı yeniden kapkara bulutlar kapatıyor. Beni bu havalar mahvediyor sayın okuyucu, insanda mütemadiyen bir intihar eğilimi. Bir yandan da zihnimin bana oynadığı oyunlar, ölçüm alınmadan giydiğim bir takım elbise gibi huzursuz ediyor beni. Hafızan benliğini ele geçiriyor, kendine bir elveda diyorsun.
İnsan zihni, yeni aldığın bilgisayar oyununu bir an önce oynama heyecanını yenemeyip de koşarak eve geldiğinde durup dururken bozulan bir bilgisayar gibi. Bir kere içini açtıysan mümkün değil bir daha toparlayamıyorsun. İçini açıp onardığını düşündüğün parçaları hatırladığın kadarıyla yerlerine yerleştirdikten sonra elinde hala bir şeyler kalıyor. Acaba fazla parça mı koydular? Zihnimi söküp takmaya çalıştığımda parça artırma başarısı (!) gösteriyorum. Aslan ben! Canım kendim!
Nadiren koynuna girdiğim uykularımda polisiye filmlerine taş çıkartan sahneler görmekten vakit bulduğum zamanlarda Kepler 442-b’yi de görüyorum. Hani şu dünyaya en çok benzediği tespit edilen üç gezegenden ortancası var ya sayın okuyucu. Dünyamıza göre yüzde 12 daha fazla yaşanabilir yere sahip olsa da 475 ışık yılı uzakta olmasını kendime dert ediniyorum. Bilim insanlarının 2000’li yılların teknolojisi ile bile kendisini sadece “tespit edebildiği” bu tatlı gezegeni oluşturan maddeler hakkında henüz bir bilgiye ulaşamamalarına üzülüyorum.
Aslında üzülmek de değil mesele. Dünyanın herhangi bir yerinde ve herhangi bir yüzyılında en az yirmi beş yıl kadar yaşamış birisi, aslında cehennemin bu dünyada olduğunu ve insanlık tarihi boyunca insanın en büyük düşmanının yalnızca insan olduğunu çoktan fark ediyor; üzüntüler ile nasıl başa çıkacağını öğreniyor. Sıkıntı asıl bu kadar çok kırgınlık ile bu kadar çok öfkeyi nereye sığdıracağını bulamayınca başlıyor. Zihnini söküp takınca beyninde bir türlü bir yere yerleştiremediğin parçalar…
İnsanı kendisi yapan şifreler ne zaman kodlanıyor acaba? Mesela beni kim, ne zaman kahraman yaptı merak ediyorum. Bu rolleri kim verdi bana, repliklerimi kimler yazdı? Kimler ben biraz durup soluklanmanın hayalini kurarken koşmamı istedi? Kimler zayıflığımı aciz, sakinliğimi korunaksız ilan etti? İnsanlar düşmeyi, durmayı, korkmayı, yapmamayı, yapamamayı yargılayıp durdular. Ol dediler: güçlü ol, hırslı ol, başarılı ol, çalışkan ol, cesur ol. Kendini boş ver, olması gereken ol, insanların mutluluğu için ol. Kendini boşver ama. Bol gelirse daraltıp ol, yol biterse yapıp ol, acı verirse ağrı kesici alıp ol.
Ol.
Ol da nasıl olursan ol.
‘Sen yaparsın’, ‘sana güveniyorum’, ‘senin elinden kurtulmaz’, ‘en iyi sensin’, ‘sana bir şey olmaz’, ‘aslansın’, ‘kaplansın, ‘sen anlarsın’, ‘sana bu yakışır’ diye diye kahraman yaptılar beni. Hayata dişlerimi geçirmemi istediler diye canımı dişime taktım, canım da acıdı dişim de kırıldı. Bomba gibiyim deyip ilerlerken patladım, kulaklarım sağır oldu. Koşarken ayaklarım çok acıdı, tırmanırken tırnaklarım kanadı.
Ama ölmediysem hala umut var demektir. Aslanım ben çünkü. Yaparım ben yaparım!
Geceleri uykumdan uyanıp da yanımda kendimi görünce korkudan aklım çıkıyor sayın okuyucu. Onca yıllık kendimim, hala kendime alışamadım. Henüz olmam gereken kendimle oryantasyon sürecimi tamamlamış değilim aslına bakarsan.
Beni kim kahraman yaptı yahu? Allahım sen mi yaptın? Annecim senin yüzünden mi oldu? Yoksa baba? Bana bunu sen mi öğrettin? Ben mi yaptım acaba, kendi seçimim mi? Ya da hayat beni kahraman yaptı sanırım, ne yapalım artık. Kahraman olmazsam yaşayamayacağımı söylediler ama böyle gidersem öleceğim yakında. Ölüm raporuma da ‘kendisi olamamaktan öldü’ yazacaklar. Üstüme yüklenenlerin altında kendiliğim kaldı. Üstüme yüklenenler gökyüzüne, altta kalan ben toprağa karıştı.
‘Ben sadece benim’, ‘bir süre kapalıyım’, ‘onu beceremem ben’, ‘olmaz’, ‘kusura bakmayın’ demeye ihtiyacım var. Kusura da baksan, kusurlu da bulsan böyle olması lazım sayın okuyucu. Kusur güzel şey hem, canım kusur.
Benim süper kahramanım kendim ve ben kendime tembellik yapma, zayıf kalma, yolda kalma hakkı veriyorum. İnsan nereden öğreniyor kusursuzluğu? Sahici düşüşlerini neden hep kendine saklıyor?
Benim sevimli, yaralı, çocuk ve şaşkın kendiliğim. Benim süper kahramanım sensin. Birlikte büyük fırtınalar estirmemize gerek yok, aldığımız nefesin şifasını hissedelim yeter. Taze demlenmiş bir kahve ile kitap satırlarının keyfine varalım. Kendi hikayemizi yazalım.
Canım kendim, benim süper kahramanım! Çık saklandığın yerden, çık da şu sınırları çizilmiş, olmamız gereken halimize bir elveda diyelim. Şu gidilmesi emredilmiş yollardan dönelim.
Ver elini, özümüze dönelim.
*Kafa dergisinin Mart sayısını satırlarıyla süsleyen Aylin Balboa ile Gökhan Çınar’a verdikleri ilham için gıyaplarında teşekkürler.
