Burası Meteoroloji’nin Haziran ayının 19’unda tüm kent için sel alarmı verdiği, birkaç saniye içerisinde göğün delinip de yağmurun kaldırımlardaki anıları, köşe başlarındaki yaşanmışlıkları yıkarcasına yağdığı artık tropikal iklimin etkisi altına girdiğine iyiden iyiye ikna olduğumuz Ankara sayın okuyucu. Herkes gibi, her şey gibi Coğrafya kitapları da o çok tutulan akıma kapılıp yalan söylemeye başlamış belli ki. Sorarım sana sayın okuyucu; hani karasal iklimde yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçerdi?
Bakma sen, söze şikayet eder gibi başladım ama her ne kadar intihar eğilimini artırsa da şu bir gerçek ki insan kelimelerini yağmurdan topluyor çoğunlukla. Uçsuz bucaksız gökyüzünden yere süzülen her bir damla, insanın üzerine sinen sigara kokusu kadar kiri alıp götürüyor, bilinmez diyarlara. Yerine de sihirli kelimeler bırakıyor. Kelimeler; biliyorsun sayın okuyucu, bazı anlamlara gelmiyor. Bir pencere kenarına sığınıp da sokaklara sinen kirin, gecenin bir yarısı göz pınarları ile girdiği çetin savaşı kaybeden bir kadının yastığına süzülen göz kalemi gibi akıp gittiği ıslak bir günde, yağmurdan topladığım kelimelerin ortağı, sırılsıklam bir halde pencereme sığınan bir güvercin oldu. Aramızda bir ray gibi uzanan kirlenmiş, tozlanmış pencerenin bir tarafına ben sığınmıştım, diğer tarafına ise misafirim. Pencereler, sayın okuyucu, kirlenir; silersin temizlenir. Peki ya kalpler? Camdan kalpler hayal ediyorum sayın okuyucu; içi görülen, kirlense de silince temizlenen, üzerine ‘kırılacak eşya’ etiketi yapıştırılan kalpler.
Sevmek büyük hamallık; lakin, bir yıldızda yaşayan çiçeği severse insan, geceleri gökyüzüne bakmak bile güzel. Bulutsuz bir gecede, hafif hafif esen bir rüzgar sana bilmediğin diyarların kokusunu getirip bir yandan da içini ürpertirken kafanı kaldırıp da gökyüzüne baktın mı hiç sayın okuyucu? Bil ki, gökyüzünde asılı duran her bir yıldız, hayal ettiğin camdan bir kalp kendini görsün diye olanca gücüyle ışıldıyor. Vaktin olursa bir dene, gör bak nasıl da seveceksin. Vaktin olursa bir de yağmurlu bir günü kafanı kaldırıp da yağmur damlalarının yüzünü yıkamasına izin ver bu arada. Yere düşüp kaybolacağına yüzüne konsun anlamlansın, her bir damla. Düşmeden yakala onları; çünkü bir şiirin yarım kalan cümleleri gibi yağmur damlaları da havada bir müddet asılı kaldıktan sonra yere düşüp kaybolur.
Gündüzler hikaye, geceler şiir demiş yazar. Gözlerimi aralayıp da uyandığım, yağmurdan topladığım kelimeleri bir ray gibi peşi sıra getirip de gün batımıyla beraber hikayeden şiire evrilen cümlelerimi tamamlamaya çalıştığım zamansız bir anda düşünüyorum da, güzel bir kitap, seni anlayan bir insan, bir ağaç gölgesi ve taze demlenmiş bir kahve dünyayı bambaşka bir yer yapmaya yetiyor. Peki ya aynı dünya bir bilgi yarışmasıysa ve cevaplanmayı bekleyen onca soru varsa?
-“Passaparola, güvercin!”
Tüm düşmelerin öğrenilmesi, tüm cümlelerin tamamlanması, tüm kalplerin temizlenmesi, tüm rayların döşenmesi ne kadar zaman alır ki?
“Sevgili güvercin, süreniz 30 saniye.”
Yağmur dindi, güvercin kurulandı, kanat çırpıp bilinmez diyarlara uçtu.
Raylar?
Yere düşen damlalar, tamamlanmamış raylarda kayboldu.