Bugün Cumartesi… İş günlerinin bittiği, haftasonu tatiline (!) kavuşulan o ilk gün. Pazar gününün sakinliği yerine cumartesiler hep bir koşturmaca ile geçer.
Hafta boyunca yapılan planlar hayata geçirilmeye çalışılır. Bazıları kendini dışarılara atar, arkadaşlarına vakit ayırır. Bazıları her sabah hayalini kurduğu uykuya sarılır, tüm günü yatağında geçirmek pahasına. Bazıları ise hala çalışır. Benim gibi…
9,5 saatlik prova yoğunluğunun hemen ardından bir de bir tango gösterisinde bulunacağım bu Cumartesi. Ah, küçük bir farkla. Bu sefer seyirci koltuğunda değil de o aşık olduğum yerde, sahnede olacağım. Uzun bir gün olacak bugün, uzun bir Cumartesi.
Şu hayatta var olma sebebim olan kadının doğum günü olan güzel bir Cuma günü geride kaldı. Masaya bakıp da içimden defalarca kez “Allahım sana şükürler olsun” diye geçirdiğim güzel bir gün.
Önümde ise uzun bir gün, uzun bir Cumartesi var. Bu uzun günün ilk saatlerinde kahvemizin yanında bu sefer Turgut Uyar eşlik ediyor bize. Yenilgi Günlüğü’nün her bir sayfası ayrı bir hikayeyi anlatıyor.
“Bir tepenin mutluluğunu, bir acının yakıp geçmesini beklediğimiz” pazartesilerden, “ışıkları yanan bazı yerlerden ayrılıp da eve döndüğümüz” salılardan, “aklımızda olan evimize gitmeyi unuttuğumuz” çarşambalardan, “cuma sabahını beklediğimiz” perşembelerden ve “orada bizim de olduğumuz” cumalardan bahsediyor Turgut Uyar, cumartesilerden hemen önce.
Peki Cumartesiler mi? Bırakalım, Turgut Uyar anlatsın.
Cumartesi
yarın pazar
yarınki pazarın sessizliği…
T.U.