Ara sıra koşturmacamdan vakit bulup da aşık (aşk kelimesini de laf olsun diye kullanıyorum artık) ve ait olduğum şehrin merkezine indiğimde, ilk ve ikinci oyunumu yazdığım, Konur Sokak’ta bir binanın ikinci katında, pencereye yapışıp da dışardaki hengameyi izlerim. İnsanlar gelir, geçer. Bazısı koşar adım, bazısı ise oyalanarak yürür. Kimisi durup bir soluklanır, kimisi bir köşede bir sigara yakar. Bazısı keyiften yakar o sigarayı, bazısı ise hüznünden. Bazısının hayatında şimşekler çakıp yağmurlar yağarken bazısında güneş en tepededir. Her birinin farklı bir hikayesi olduğunu düşünürüm. Kim bilir hepsi özünde ne iyi insandır da neler yaşıyordur sayın okuyucu. Kim bilir…
İnsan olanı bulmak, insanlığın gereğini yerine getirene rastlamak zor bu devirde sayın okuyucu. İktidarının bir nefesinden ibaret olduğunu unutup da merhametsizlik ve vicdansızlıkta birbirleriyle yarışır hale gelen bir nesil ile karşı karşıyayız. Üstüne üstlük bir de tüm bu sahip oldukları meziyetleri (!) beyin kıvrımları arasına gizlemeyi bir başarı sanıp da bir kurguya kendini inandıranlar yok mu… Tanısan delirirsin sayın okuyucu.
Benliğin ta içindeki duyguların bir kağıt gibi buruşturulup da bir kenara atıldığı günümüz dünyasında insanlar nasıl olur da iyi olmam diye adeta bir yarış içerisinde. İyi olan ne varsa ise bir köşeye çekiliyor, bir kaplumbağanın korkudan kabuğuna çekilmesi gibi. Ama iyi olmayan ne varsa, kim varsa aslında iç hesaplaşmalarıyla, o kaybetmek için yarıştıkları vicdanları ile çetin bir savaş içerisine giriyor. Nasıl bir bataklıktır o kim bilir, her sabah aynada gördüğün yüz ile ayrı düşmek, bu ayrı düşmenin verdiği huzursuzluk ve rahatsızlık. İnsan çıldırır be sayın okuyucu!
Kafka “iyi, bir bakıma rahatsızlık vericidir” demiş. Ne de güzel demiş. Çünkü iyinin varlığı kötüye vicdanını hatırlatır, her aklına düştüğünde. Kötünün vicdanını, aslında buz tutsa da onun da bir kalbinin olduğunu hatırlaması ona müthiş bir rahatsızlık verir. Bu yüzdendir ki kötü, kötülüğünün yaygınlaşmasını, yaptıklarının normalleştirilerek iyi olan ne varsa içine çekilmesini ister.
Kötü, ne kadar çok kişiyi bu çember içine alabilirse kendisi o kadar keyiflenir. Zaman geçtikçe ve çember genişledikçe onu vicdanına davet eden herhangi bir güç bulunmaz. Kendi içindeki davetkar gücü de çok önceleri öldürmüş olduğu için kötülüğü yaygınlaştıkça o rahatlar.
Kötülüğün hangi noktasında kendimizi korumak adına geri çekilmemiz, kötüyü genişletmeye çalıştığı o çembere kıstırıp bırakmamız gerektiği ise şu kısacık hayatımızda karşılaştığımız milyonlarca yol ayrımından yalnızca biri. Bazen bir görüntü buna neden olur sayın okuyucu, bazen bir cümle. Bazen hissedilemeyenler bazen de riyakarlık ve dengesizlikler. Sonuç olarak kötüyü kendi bataklığında yalnız bırakıp iyiye çekilirsin sayın okuyucu. Huzura, nefese…
Aynaya bakıp da harika bir rahatlık ile karşı karşıya gelmek, başını yastığa koyduğunda ufacık bir huzursuzluk duymadan uykuya dalabilmek, dönüp de arkana baktığında tek bir rahatsızlık hissetmemek nasıl iyi bir şey sayın okuyucu, anlatamam. İyi insan olmanın gereklerinden birisi de bunlar sanırım. Şu giderek kararan dünyada hala iyi olarak kalabilmek ne güzel bir şey.
Gel sayın okuyucu, şu insanoğluna beraber seslenelim. “Ey insanlık! Öğreneceksin. Gecenin bir vakti yalnız başına boş tavana baktığında iyi insanları kaybetmemen gerektiğini öğreneceksin.”
Ama insanlık ne zaman laf dinlemiş de şimdi dinleyecek ki sayın okuyucu. O yine bildiğini yapacak. O yine kötünün giderek genişleyen çemberinin içine karşı koyamadığı bir haz ile hareketlenecek. O yine “sen o kadar iyisin ki” dedikten hemen sonra en büyük vicdansızlıkları, merhametsizlikleri gerçekleştirmek için kendisinde müthiş bir güç bulacak.
Nereden mi biliyorum?
İnsanlar beni kaybetmekten hiç korkmadılar sayın okuyucu, çünkü onlara göre fazla iyiydim.