güz.

Gecelerin günlerden daha uzun olmaya başlamasıyla güz mevsimine resmen girmiş bulunuyoruz sayın okuyucu. Bu sene Eylül’ün 22’sine denk gelen ekinoks, lise sıralarında o zamanlar hayatımız boyunca hiç ayrılmayacağımızı sandığımız dostlarımızla ettiğimiz sohbetlere kurban edilen coğrafya bilgilerimizi tozlu raflardan indirmemizi sağladı, bir kez daha. Bundan sonra tatlı, sevimli Kuzey Yarımküremizde geceler, gündüzlerden daha uzun. Takvimin en eşitlikçi iki gününden biri geçeli, güz başlayalı yaklaşık 48 saat 12 dakika oldu.

Gündüzün geceye eşitlendiği iki gün var takvimde. Mart’ın 21’i ilkbaharın geldiğini müjdelerken Eylül’ün 23’ü ise yaprakların dallarından ayrılıp da sararıp yere süzüleceğini, sokaklarda geç saatlere kadar görebileceğiniz gülen yüzlerin yerini, lahana modasına ayak uydurup kat kat giyinerek bir yerden bir yere yetişmeye çalışan kaygılı yüzlere bırakacağını haber verir.

Etrafa bürünen renkten midir yoksa insanı mahveden bu havalardan mıdır bilinmez ama eli kalem tutanların en sevdiği, en sevildiği, en hislendiği mevsimdir güz. Halbuki hissiyatın mevsimi olmaz. Bir mevsim ne kadar sürerse sürsün, illaki yerini sırada gelene bırakacaktır. İlelebet süren, insan olanın içinde beslediği hissiyattır. Meyvenin, sebzenin mevsimliği olur, hissiyatın olmaz.

Geceyle gündüz eşit olsa da her ne kadar, hiçbir gün eş değildir birbirine sayın okuyucu. Her sabah yeniden hatırlamaktır aslında yaşamayı. “İnsan yaşlandıkça kurtulur; belki korkudan, belki yılgınlıktan, belki başka bir şeylerden.” demiş şair. Ben onu yaş aldıkça diye düzeltiyorum. Çünkü etraftakilere baktığında, bazen devletin verdiği nüfus cüzdanındaki doğum tarihi kısmında yazan dört haneli sayıya inanamıyor insan. Yaşlanmak başka, yaş almak başka. İşte yaş aldıkça büyüyor insan, kurtuluyor prangalarından. Güz geçiyor, günler geçiyor; gün geliyor, güz geliyor; insan her uyandığında yeniden hatırlıyor yaşadığını. Her uyandığı sabaha şükreder oluyor. Bir bakmış süper kahraman oluyor. İyi ki…

Mevsim güze döndü sayın okuyucu. Yapraklarla beraber çoğu şeyin sararmasından kendini belli etti. Kışa kadar da öyle kalacak gibi.

Şimdi umutsuzluk vakti mi peki sayın okuyucu? Hiç de değil!

Önümüz kış. Sararan tüm şeyleri kışın yağacak bembeyaz kar ile temizleriz biz de, pirüpak yapacak kadar. Bedava yağacak karla. Kış da işte böyle bir şey.

Peki güz nasıl bir şey sayın okuyucu?

Ben susayım da Turgut Uyar cevaplasın.

“Ya güz…

Bir çocuğun yaz teri gibidir.

Kurur, geçer, gider.”

img_7125
Eylül 2014, Ankara Kalesi.
Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s