Son zamanlarda içinde bulunduğumuz devrin çocuklarının sokakta oynayamadığından, o meşhur sokak oyunlarını bilmediğinden, teknolojik aletlere gömülüp mahalle arkadaşlığı edinemediğinden, mahalle maçını ve o maçı yaparkenki heyecanı tecrübe etmediğinden ve bunun gibi birçok şeyden bahsediliyor dost meclislerinde. Burada birkaçını saydığım bu güzellikleri tatma şansına erişen son neslin bir üyesi olarak bugünkü kahve molamda da şu ilk dans denen kavramın geçmişten günümüze kadar geçirdiği dönüşüm geldi aklıma. İlk dans hakkında bir şeyler okumak için sizi sahneye davet ediyoruz sayın okuyucu.
Şöyle bir geriye baktığımda hayatımın yüzde 78,6’sını (hesaplama hastalığı, oranlama hastalığı artık bir mesleki deformasyon boyutuna ulaştı benim için) sahnede geçiren bendeniz, çocukluğumun o güzel günlerinde dansın içine böyle derinlemesine dalacağımı hiç hayal etmezdim. Annemin değerli vaktinden sırf benimle oyun oynamak için ayırdığı zamanlarda, dansçı ya da eğitmen olmaktan ziyade, o sıralarda kombili olmayan evimize tüp bırakanları taklit edip tüpçü olmayı hayal ediyordum. Hatta oyuna kendimi o kadar kaptırıyordum ki bana hediye alan küçük tüp kamyonu oyuncağımı büyük bir gururla sürüp “Ablaaa, tüp lazım mı” diye annemin başının etini yiyordum. Mütemadiyen.
O zamanlar her ne kadar tüp kamyonunu çok sevsem de dansa da ilgi duyardım. Zaman geldi, geçti. Benim dansa ilgim hiç geçmedi.
Sahne büyülü bir yer sayın okuyucu, bunu defalarca paylaştım seninle. İşte sahneye adımımı attığım andan itibaren o zehir tüm bünyemi ele geçirdiği için aradan yıllar (hatta on yıllar) geçse de ben sahnenin üzerinden inmedim. Hep bir sanatçı dileği olarak bir klişe gibi kabul edilse de günün birinde ömrümün sonunu da sahne üzerinde görmeyi isterim. Aradan geçen onca zaman bana sadece dans etmeyi değil eğitmenlik yapmayı da kısmet etti. Bu sayede çiftlerin o heyecanlı ama özel ‘ilk dans’larının en yakın şahitlerinden birisi, hatta mimarı olmanın güzelliğini de tatma şansım oldu, oluyor da…
Bana gelen garip istekleri; gelinlik ya da damatlıklarına aldırmaksızın arzu edilen akrobatik figürleri ya da o ilk dansın müziğini seçmekteki talihsizlikleri bir kenara koyuyorum da… Çiftlerin zamanları el verdiği sürece onlarla beraber çalışmak, yeni iki insan tanımak ve hayatlarındaki en özel anlarından birinin mimarlarından birisi olmak, gerçekten ne kelimelerle ne de maddiyatla anlatılabilecek bir şey.
Günün son saatlerinde onca koşturmacanın arasından zar zor vakit bulan çiftler, bazen ben figürleri anlatırken esniyor bile; o kadar yorgun geliyorlar. Normal zamanda kolayca başarabilecekleri figürleri, geçişleri, kombinasyonları anlamakta zorlanıyor, anlamadıkça daha çok stres yapıyorlar, kısır bir döngüye giriyorlar. Karşıdan öyle telaşlı gözüküyorlar ki… Hey gidi! Bazen düşünüyorum da, kim bilir ben o anlarda nasıl olacağım!
İşte o ilk dansın figür çalışmalarını bitirip de artık son tekrarlara geçtiğimizde de o heyecanlı çiftimize uzaktan şöyle bir bakıyorum, “hey gidi, kim bilir ben o anlarda nasıl olacağım!” düşüncesi beyin kıvrımlarımın arasında dolaşırken. Nasıl da güzel, nasıl da özel bir an…
Şöyle bir düşünüyorum da, sanıyorum ki zihnimde hayal ettiğim o ilk dansı gerçeğe çevirebilecek tek bir eğitmen var şu hayatta. O da aynada gördüğüm insan.
O özel anlarına şimdiye kadar eşlik ettiğim, bundan sonra eşlik edeceğim tüm çiftlere selam olsun, bir ömür boyu mutlu olsunlar.