Bazı anlar çıkar gelir ya sayın okuyucu: Şöyle dönüp de bir baktığında geriye; olanları anlamlandırmakta sıkıntı çektiğin, normal zamanda bir makineyi kıskandıracak şekilde çalışan o beyninin almakta zorlandığı, durumların, olayların, insanların, karakterlerin aslında neye hizmet ettiğini idrak edemediğin anlar. İsmine ömür dediğimiz, bir dolu olayı misafir eder; insanoğlu bir dolu şey yaşar. Tüm bu olanlar, yaşananlar bazen ‘hiç, bir şeydir’. Hiçbir şey baki değildir, üflersin geçer. Bazılarına biraz daha çok üflemen gerekir. Hepsi bu…
Abimin kilometrelerce uzakta olduğu, bazı anlarda annem ve babam ile üç kişilik bir aile olduğumuzu düşündüğüm ancak hemen ertesinde abimin özleminin içimde çığ gibi büyüdüğü küçüklük dönemlerim. Bir pazar günü çekirdek aile olarak dolaşmaya çıktığımızda önünde durakladığımız ve sınava neredeyse iki yıl olmasına rağmen anneme kararlı bir şekilde orada okuyacağımı söylediğim Anadolu Lisesine giriş için iyi bir puan almam gereken sınavın hemen ertesinde, kafam dağılsın diye dışarı çıkmıştım arkadaşlarımla. Normalde havanın kararmasına bu kadar az vakit varken dışarı çıkmaya üşenen bünyem artık ne kadar bunalmış ki birkaç dakika sonra eve dönecek olsam da kendini kapıda ayakkabılarını giyerken buldu.
Dışarı çıkalı birkaç dakika olmuştu sayın okuyucu. Ne güzel, şimdiki çocukların tadamadığı o güzel duygu olan ‘mahalle maçı yapmanın’ dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum arkadaşımlarımla birlikte. Ben söz konusu hafifliği yaşamayı biraz fazla kaçırmış, biraz fazla tutkulu yaşamış olmalıyım ki (zaman geçti, tutku bünyemi bir türlü terk etmedi) şimdi bile hatırladığım bir acı ve dizimden aşağı doğru akan kıpkırmızı kan ile kendime geldim. Ne ara düştüm, ne ara dizim açıldı da kanadı, inan hatırlamıyorum. Annemin yanına ulaştığımda acıya (aslında biraz da o kadar kanadığı için korkuya karışan telaşıma) dayanamayacağımı düşünüyordum.
Yanılmışım.
Annem bir üfledi yarama. Geçti.
Yaş almak farklı bir şey, yaşlanmak farklı bir şey, büyümek farklı bir şey. Gerçekten büyüdüğümü hissettiğim günlerde tekrar fark ediyorum ki, insanoğlu eli nasıl oynarsa oynasın, daima kasa kazanıyor. Geriye dönüp baktığında onca koşturmacanın, yorgunluğun, emeğin aslında yine kasanın kazanmasına hizmet ettiğini fark edince insan daha da bir büyüyor. Büyüdükçe fark ediyor, fark ettikçe büyüyor. Kısır bir döngü işte…
Çok sevdiğim Kürk Mantolu Madonna’da altına imza attığım cümlelerden birini seninle paylaşayım sayın okuyucu: “Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.” İnsanın aldığı yaş ile alakasız olarak büyüdüğünü hissettiği anlar, aslında sayfaları arasında parmaklarını gezdirdiği bir kitabın veya kokusu tüm algılarını açacak güzellikte, taze demlenmiş bir kahvenin; ardında bıraktığı birçok seneden daha anlamlı, daha önemli olduğunu fark ettiği anlara denk geliyor.
Geçmeyen bir şey yok aslında sayın okuyucu, üflüyorsun geçiyor.
Şu geçirdiğimiz ömür aslında kocaman bir çelişkiden ibaretmiş gibi geliyor bazen. Bütün hırsların, çatışmaların, hiç ölmeyecekmiş gibi koşuşturmacaların, insafsızlıkların, haksızlıkların kocaman bir boşluktan ibaret olduğu, her birinin zamandan ve mekandan soyutlandığı, herhangi bir anın başka hiçbir ana benzemediği kocaman bir çelişki.
Evet, aramıza hoşgeldin sayın okuyucu. Artık nefesin daha kuvvetli, daha güçlü üflemek için.
Gün kararıyor ki hemen ardından güneş doğabilsin. Güneş doğduğunda da ufuktaki kızıllık sana huzurlu uykularını, içten gülüşlerini beraberinde getiriyor. Geride bıraktıklarına bakıyorsun, en ufak bir hissin bile olmuyor. Gelecekte seni bekleyen, o biri diğerine benzemeyen, keyifli anları düşünüyorsun; heyecanla, umutla.
Geçmeyen hiçbir acı yok aslında sayın okuyucu. Üflüyorsun geçiyor.
Bazılarına biraz daha çok üflemen gerekiyor, hepsi bu.