Kendimi bildim bileli bir yıl geride kalırken, o yılın son saatlerini ekran başında geçirip “bu yıl neler oldu?” başlıklı programları kaçırmamaya çalışırım. Bütün bir yıl yaşananları özetleyen almanaklar, bir yandan aslında çok iyi hatırladığım olayları bir yandan da pek önemli ancak unutulmuş olayları “aaa, bu da bu yıl olmuştu değil mi?” nidalarıyla zihnime bir kez daha misafir eder. Geride kalan onca günde yaşanan onca şeyin muhasebesini yapma imkânı veren bu programlar, geçmişi zihinde tutmak için de bir o kadar faydalı. Diyorum ya, pek severim şu almanakları.
Bir de “Tarihte Bugün” köşeleri olur. Geçmişte bugüne denk gelen günde yaşananları bir bir sıralar Tarihte Bugün köşesi. Geçen yıl bugün, üç yıl önce bugün, on yıl önce bugün… Bazı günler ne kadar da boş geçerken bazı günlerde de gerçekten şu kısacık ömrümüzün kilometre taşları yer alır. Geride kalan onca zamana etki eden bir olayın yaşandığı gün, bundan birkaç yıl önce bugüne denk gelir. Facebook da bir süredir “Tarihte Bugün” köşesinde, geçmişte yaptığımız paylaşımları bize hatırlatıyor; -klişe bir ifade ile- adeta zamanda yolculuk yaptırıyor. Bir süredir alışkanlık haline geldi; saat 12’yi geçtikten hemen sonra ya da bu ana yetişemezsem sabah kalktığımda ilk iş, geride kalan yıllarda bugün neler paylaşmışım, bir göz atmak oluyor sayın okuyucu.
İşte bundan tam altı yıl önce bugün öylesine bir paylaşım yapmışım ki, geride kalan altı yılımda yaptığım en önemli işlerden birinin ilk gününü arkadaşlarımla paylaşmışım. 31 Ekim 2010 günü “İş hayatında yeni bir sayfa: 10:00, Tevfik Fikret Lisesi…” şeklindeki paylaşımım, yeni bir çatının altında yaşanacak ve başarılacak onca şeyin ilk adımı, inşa edilecek binanın ilk tuğlası olmuş. Çok iyi hatırlıyorum; bir sonbahar pazarında, okul henüz şimdiki kampüsüne erişmeden, ana binanın bodrum katındaki küçük bir salonda, 15 kişiyle ilk çalışmasını alan ‘ekip’, geride kalan altı yılın sonunda beş büyük gösteri yapmış, ülkemizi uluslararası festivallerde temsil etmiş, sahneye koyduğu tiyatral gösterilerle binlerce kişiyle buluşmuş, sadece okul sınırları içerisinde değil birçok farklı sahnede temsil sahneye koyma başarısına erişmiş bir dans topluluğu haline gelmiş.
Daha dün bir arkadaşıma bahsettim; altı yaşımdan beri provalarım sayesinde boş bir hafta sonu geçirmedim sayın okuyucu. İster yoğun bir dönemden geçelim, ister daha sakin bir dönemden; cumartesi ve pazar sabahları aynı yerde, aynı saatte provada olmanın disiplini ile büyüdüm. Büyüdüm, hafta sonundaki sorumluluklarım ve meşguliyetlerim katlanarak arttı. Bazen şikâyet ettim ancak çoğu zaman da şükrettim. Başkasına bağımlı ya da bomboş geçen günler geçirmekten ziyade hafta içi ya da hafta sonu fark etmeksizin koşturmaktan kimi zaman ayakta uyuduğum günleri geride bırakıyor olmaya şükrettim. Şu hayatı dolu dolu yaşamak; her bir anı anlamlandırmak kadar güzel bir şey var mı sayın okuyucu? Şu hayatı “yaşadım…” diyebilmek için yaşamak kadar güzel bir şey var mı?
Aradan altı yıl geçti, çalışma odamın duvarına astığım afişlere her yıl yeni bir tanesi eklendi. Her yeni yıl aynı şevk ve heves ile yeni bir eser ortaya koymak için olanca gücümle çalıştım. Bugün kafamı kaldırıp da baktığım afişlerin her biri, kalemimden dökülen farklı bir hikâyeyi içinde taşıyor. Farklı bir hikâyenin etrafında şekillenen onca replik, sahneye koyulan onca koreografi, beraber çalışılan ve hayatın aslında ne demek olduğunu öğreten onca insan, verilen onca emek ve yaşanan onca şey her bir afişe baktığımda zihnimde canlanıyor. Bünyem başarmış olmanın mutluluğu ve hazzı ile dolup taşıyor.
Şükürler olsun ki, her bir yıl aslında yeni bir sayfa açıyorum sahnede. Allah eksikliğini hissettirmesin.