mola.

Seneeeee, anneciğimin mavi önlüğüm ile birbirinden güzel, bembeyaz yakalarımdan birini ütüleyip de okula gönderdiği seneler sayın okuyucu. O zamanlar boyum hayli kısa (itiraf ediyorum, sınıfın en kısasıydım). Okumayı çoktan söküp de sınıf arkadaşlarımın okuma çabalarının arasında sıkıldığım, sınıfın en önündeki sırada otururken dersin bitişini iple çektiğim anlarda başımı sağa çevirip de kapının üzerinde duran saati kestiğimi hatırlıyorum. Bir de kapının hemen yanındaki mevsimler köşesi panosunu. Her ne kadar orada da yazdığı gibi 21 Mart’ta başlasa da takvime göre bugün bahar aylarından ilkinin ilk günü. Başımı yukarı kaldırdığımda masmavi gökyüzünde parçalı beyaz pamukları görüyorum. Derin bir nefes alıyorum. Bu sıralarda yine bir mola iyi geliyor insana.

Tomurcukların çiçek açması ile, sabahın ilk saatlerinde gayet net bir şekilde duymaya başladığın kuş sesleri ile, gözlerini kapattığında uzaklardan bir yerden huzur getirdiğine inandığın o hafif esinti ile beraber gelir bahar. Tabiatın olduğu gibi benliğin de bir yeniden doğuşu adeta… Hmm, heves mi denir onun adına? Evet evet, insanın içi heves ile doluyor. Yeni işler, yeni fikirler, yeni hikayeler için hevesleniyorsun; tabiatın tekrar canlandığını gördükçe ona heves ediyorsun, benim ondan neyim eksik diyorsun -bir hayli eksiğinin olduğunu bile bile-. Bir nevi kış uykusundan uyanıyorsun işte sayın okuyucu.

İnsan bir yandan da kendinde olmayanı özlemekten geri alamıyor kendini. Neyden uzaksa onun hayalini yaşıyor, hemen yanındakinin kıymetini bilmeyi unutup. Ne demiş Özdemir Asaf: “Bahar da kışı, kışın da baharı özler insan. Ne uzaksa onu özler. Kavuşmak şart mı? Boşver. Bazı şeyler yokken de güzel.”  Sonbaharı, kışı arkamızda bıraktık, içimizde baharın özlemini duyarak. Bahar yokken de güzeldi; hışırdayan yaprakların misafir ettiği, yanlış bir yere uğramak gibi olan sonbaharda.

Ömür dediğimiz ise bazen boş yere çıkılan bir yolculuk gibi geliyor insana. Kulağına küpe olsun, bu yolculukta gelip geçen bir şey iyileşmez. İnsan iyileşmez sayın okuyucu. İyileşen insan değil aslında, zaman.  Zaman geçti, bahara kavuşma vakti geldi. Vakit yüzünü usulca esen o rüzgara dönme vakti yeniden. Ne demiştik; bir yanımız yaprak dökse de bir yanımız hep bahar bahçe.

Bu sıralar içim yine seyahatler çekiyor. Bir koşturmacaya daldık gidiyoruz, mola vermeyi unutup da. Müsabakalarda bile sporcular istemese bile zorunlu molalar veriliyor. Biz o zorunluluğu bile ortadan kaldırıyoruz. Güne seyahatler çekiyor içim diye başladığım günlerden birinde gel kulağımızı Can Baba’ya kabartalım sayın okuyucu.

“Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Kiminle konuşsam aynı şey… Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi; bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini de bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”, öbür yanımız “otur” diyor.

Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.

Ne saçma…

Peki bahar mıdır bizi bu hale getiren?  Galiba.”

Biz her bahar aşık olanlardan değiliz sayın okuyucu. Onun yerine taze demlenmiş bir kahve ve bir kitap ile soluğu bir ağacın altında alıp, hayata kök salanlardanız. Baharın gelişini koşturmacanın arasında bir mola verip gözlerimizi kapatıp da içimizde hissettiğimiz o esinti ile kutlayanlardanız.

Ben koşturmacaya her daldığım anda bir mola vermek isterim.

Verdiğim olmadı hiç.

Ama olsun… İstemek de güzel.


img_1633

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s