Karasal iklim fena bir şey sayın okuyucu. Tependeyken terleten güneş akşam olup da gözden kaybolduğunda içini alıyor bir üşüme; adeta bir Ankara klasiği. Bakma deniz kenarında yaşayanların “karasal iklim daha iyi; nem insanın içine işliyor” dediklerine. Şeyler onlardan uzaklaştıkça güzelleşiyor, yaklaştıkça ise çirkinleşiyor. Serin, mutluluğun da mutsuzluğun da çok da fark etmediği, ortalama üstü bir hızla seyredip kimselerle paylaşamadığın en sevdiğin parçalardan birini mırıldanırken şeritlerin kararlıca birbirini takip ettiği huzurdan delirten bir akşamda insana vücudunu hafifçe titreten bir üşüme misafir oluyor.
İnsan bazen kabullenmekte zorluk çekse de bizim gibilerin hayatındaki koşturmacanın arasında nefes niyetinde olan şey melankolik anlar sayın okuyucu. O melankolik anların arasında günler ile haftaların; çocukluğunda misafirlikten dönüş yolunda, geride bıraktığın her bir sokak lambasının ışığı ile baban seni kucağında yatağına taşısın diye uyuma numarası yaptığın arabanızın tavanında beliren süper kahramanların birbirini izlemesi gibi izlediği zamanlarda biraz olsun kendimize getiren şeyler ise zihnimizin bize oynadığı oyunlardan başkası değil. Tıpkı birbirine karışıp da nice hayali hikayeler anlatan yol şeritleri gibi…
İnsan zannedildiği gibi aynı anda pek çok şeyi düşünemez, iki şeyi bile aynı anda düşünemez, bu mümkün değil ama, iki düşünce arasındaki geçiş çok hızlı olduğundan bazen aynı anda pek çok şeyi düşündüğü yanılmasına kapılabilir demiş yazar. Zihninde en sevdiklerin arasında yer alıp da kıskançlığından kimselerle paylaşamadığın o parçayı söyleyen kişiden yarınki sunumda seni terletecek kişiye ışık hızıyla geçebilirsin ama aynı anda bu iki insanı da zihninde canlandıramazsın. Tabi o parçayı sunum yapacağın kişi söylemiyorsa ya da o harika sesli sanatçıya sunum yapmayacaksan…
İşte birden fazla şeyin aynı anda insan zihnine sığmadığı ama aynı beceriksiz (!) zihnin altı bin iki yüz seksen iki şeyi arasında birbiri ardına anlık geçişler yapabildiği, bulutların gökyüzünü kapatıp da yağmur topladığı ancak insanın içini iyice karartan gökyüzünün bir türlü o yağmuru boşaltamadığı, öyle çok fazla kişinin bilmediği, çalma listenin en ücra köşelerinden birinde duran bir şarkıyı mırıldanırken insan, öyle çok da kalabalık olmayan bir yolda seyrederken kendini yol şeritlerini izleyip bir nevi gönüllü deliliğe razı kılıyor. Biz de böyle bir cinsiz işte sayın okuyucu, İşte Benim Stilim falan izleyip oyalanan, yol şeritleri ile gökyüzündeki renkleri aynı anda düşünmeyi beceremese de peşi sıra seyreden bir cins.
Eyvallah sayın okuyucu, sen ne dersen o.
Türk şiirinin en zarif abisi Cahit Zarifoğlu “Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir” der. Eninde sonunda kirlenecek kalbini henüz bu savaşa kurban vermeyen, kalbiyle bakmayı başarabilen herkes bir şehrin sokaklarında, köşe başlarında bir bozuk saatteki gibi takılı kalan anları, yer sarsıntılarını görür. Ve kalbiyle bakan herkes, huzurdan delirten bir akşamda, pek de kalabalık olmayan bir yolda seyrederken kararlıca birbirini takip eden yol şeritlerinin derinliklerine sinmiş an kırıntılarını hisseder.
Belki de bu yüzden okuyorsun beni sayın okuyucu. Demini almamış kahvelere benzeyesice bu dünyada tek bir kişi bile benim aklımdan, benim beynimden, benim dilimden mi görüyor dünyayı diye okuyorsun belki.
Eğer öyleyse sayın okuyucu, için rahat olsun. Ben de buradayım, şeritler de burada…
Var olun sayın yazar 👏
BeğenBeğen
[…] yazısına buradan da yazısına […]
BeğenBeğen
[…] yazısına buradan da yazısına […]
BeğenBeğen