Ekonomi literatüründe ilk kez 1993 yılında Richard M. Auty Routledge tarafından ortaya atılarak yer almış kaynak laneti (resource curse) kavramı temel olarak ilk bakışta doğal kaynak bakımından zengin olan ülkelerin diğer ülkelere kıyasla daha iyi ekonomik performans göstereceği beklense de aslında bu ülkelerin ekonomik gelişme ve kalkınma göstergeleri açısından daha kötü performansa sahip olduklarını ortaya koyuyor. Buna ek olarak 2007 yılında yayınlanana Humphreys vd. çalışması da paradoksal olarak doğal kaynak keşfine dayalı zenginlik ve fırsatların aslında dengeli ve sürdürülebilir bir gelişme patikasını zorlaştıran unsurlar olduğunu ifade ediyor.
1990lı yıllarda yaşanan Asya krizinden hemen sonraki dönemde, özellikle 2000li yıllarda etkisini artıran bir şekilde dünya ekonomisindeki yerlerini giderek güçlendiren Asya Kaplanları (Hong Kong, Güney Kore, Singapur, Tayvan gibi ülkeler) doğal kaynaklara bağımlı olmadan başarılan yüksek büyüme oranlarının en iyi örneklerinden olarak karşımıza çıkıyor.
Öte yandan ekonomilerini kaderin yüzlerine gülmesi sayesinde topraklarındaki doğal kaynak rezervlerine dayandıran ülkeler de ise değişen kaynak fiyatlarına aşırı hassaslık, istikrarsızlık ve sürdürülemez büyüme oranları ile karşımıza çıkıyor. 2014 yılının başından beri keskin bir şekilde düşen petrol fiyatları gelirinin %89’u petrol kaynaklı Suudi Arabistan’ın bütçe açığı kavramı ile tanışmasına neden olurken yine 2015 yılı içerisinde petrol fiyatlarındaki keskin düşüşün Rus ekonomisini ne kadar zora soktuğunu rahatlıkla hatırlayabiliyoruz.
Yüksek teknolojiye dayalı üretim ile doğal kaynağa dayalı üretim süreçlerinin ülke ekonomilerini ne şekilde etkilediğinin bir göstergesi olarak sizlere aşağıdaki grafiği hazırladım. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) verilerinden derlenen grafikte Grup 1 Hong Kong, Güney Kore, Singapur ve Tayvan gibi yüksek teknolojili üretimin esas alındığı grubu ifade ederken Grup 2 ise aralarında Venezuela, Suudi Arabistan, Kuveyt ve İran gibi doğal kaynak açısından zengin ülkeleri ifade ediyor.
Her iki gruptaki ülkelerin kişi başına düşen gelirlerinin ortalamasının esas alındığı grafikte 1980 yılı her iki grup için başlangıç yılı olarak kabul edildi ve bu yılda grupların kişi başına düşen gelirleri 100 olarak belirlendi. Bunun sonucunda, aradan geçen 37 yılda yüksek teknolojili üretime odaklanan Grup 1’deki ülkelerin kişi başına gelirinde 9 kata yakın artış gözlenirken doğal kaynağa dayalı ekonomi modelini benimseyen Grup 2 ülkelerinde ise artış oranı yalnızca %32 düzeyinde gerçekleşti.
Şekil 1: Yüksek Teknoloji Üretimine Dayalı Ekonomiler ile Doğal Kaynağa Dayalı Ekonomilerin Karşılaştırılması (1980=100)

Bir de kalkınma konusu var tabi ki. Günümüzde “gelişim”, sadece ekonomik büyüklükler ile değil toplumun her kesiminin kalkınmayı hissedebilmesi ile de ölçülüyor. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler’in her yıl hazırladığı İnsani Gelişme Endeksi bize yardımcı oluyor.
Aşağıdaki tabloda petrol rezervlerine sahip olmada en üstte yer alan ülkelerin insani gelişmedeki performansı yer alıyor. Aslında tablo doğal kaynakların her şeye çözüm olup olamayacağı konusunda gerekli her şeyi anlatıyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre dünya petrol rezervi sıralamasında ilk 10 sırada yer alan ülkelerin arasında İnsani Gelişme Endeksi’nde ilk 10 sırada yer alan tek ülke Kanada.
Tablo: Petrol Zengini Ülkelerin İnsani Gelişme Endeksi’ndeki Yerleri

Her zaman dediğimiz gibi; üretime, özellikle de yüksek teknolojili üretime dayalı ekonomiler orta ve uzun vadede daha sürdürülebilir bir büyüme patikasında hareket ederken ekonomisinin büyük bir payını sahip olduğu doğal kaynaklara bağlı kılan ülkeler ise küresel gelişmelere karşı çok ama çok hassas bir durumda oluyor. Atalarımızın da dediği gibi; hazıra dağ dayanmaz, üretmek ve katma değer ortaya çıkarmak şart.
Güzel bir hafta olsun.
Bu yazı 20 Ekim 2017 tarihinde HaberAnkara‘da yayınlanmıştır.