hişt.

Hani iki tarafındaki duvarların az sonra yıkılacakmış da altında kalacakmışsın hissi uyandırdığı dar sokaklar vardır ya sayın okuyucu… Her adımında giderek aşındığı aklına geldiği topuklarının çıkardığı sesin, sessiz ama bir o kadar da ıslak bu sokaktaki yankısı artık belli bir ritme ulaşmıştı. Gökyüzünden aralıksız düşen yağmur damlaları artık Metin’in saçlarından süzülmeye başlamış; ellerini ceplerine iyice sokup adımlarını sıklaştırmıştı. Ritmik topuk seslerini birdenbire nereden geldiğini anlamadığı ses bölmüştü: “hişt hişt!”

Aniden durdu Metin; başını yerden kaldıramadı ama… Sağına, soluna dönmek istedi ama iki tarafında da koca koca duvarlardan başka bir şey olmadığına emindi. Arkasına dönüp bakmak istedi, bakamadı. Belki de çok istediği için dönüp bakamamıştı. Nereden gelmişti ki bu ses şimdi? Evlerin çoğunun ışığının söndüğü, ışığı yanık kalan birkaç evde ise gecenin çok uzun olacağı aşikar bu yağmurlu gecede kendisinden başka birinin değil bu daracık sokaktan, buraların yakınından bile geçeceğini düşünmezdi. Peki bu “hişt!” de neyin nesiydi? Birden daha geçenlerde elinden bırakmakta zorlandığı mısraları hatırladı: ‘Hani bazı kulağımızın dibinde çok tanıdığımız bir ses isminizi çağırıverir. Olur değil mi? Pek enderdir. Belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. Olabilir.’ 

Kim bilir, bir dolu farklı hikayenin uykuya dalmak üzere olduğu evlerin duvarlarının fısıltılarını ‘hişt’ diye duymuştu Metin. Belki de nemli havalarda ortaya çıkan salyangozlar vardı duvarların dibinde; ‘hişt hişt’ diyen. Olabilir.

Yolu ördeklerin parkına düştü Metin’in. Yaz kış, soğuk sıcak demeden, aynı rutinle küçücük gölde yüzen, her daim aynı rutinle kendini temizleyen ördekler, her zaman adeta dördüncü bir cemre olup Metin’in kalbine düşmeyi; ona mis gibi kokan bahar sabahlarını, huzur şarkısını çalan yaz gün batımlarını getirmeyi başarırdı. Yine öyle oldu. Daima oturduğu bankta ayaklarını uzatmak istemişti ki o tanıdık sesi yeniden duydu:

-“hişt hişt!” 

Gölde, nasıl olduğunu sadece kendinin bildiği düzensiz bir düzende yüzen ördeklerden gelmiş olmalıydı bu ses. Belki de şu aralarına yeni katılan kar beyazı olandan gelmiştir. Metin, ‘hişt hişt’ diyerek sanki bir şey sormak isteyen, kulübün yeni üyesinin gözlerinin içine bakarken daldı gitti. Ne de olsa insan, cevap vermenin bir anlamı olmadığı zamanlarda muhatabının gözlerine bakarken aslında onu değil, kendisini izlerdi. O da öyle yaptı, bilmem kaç dakika…

Metin’in odasına girip gece lambasını yaktığında saat 6’ya yaklaşıyordu sayın okuyucu. Ne aradığını anlamayan, her şeye anlam bulmaya çalışırken, bulma umudu taşıyarak arayıp da arayan insanlar için güne başlama vaktiydi. Ceketini askıya asıp bir şeyler yazmak için masasına yönelmişti ki bir ses duydu:

-“Hişt hişt!”

-“Hişt! Kalk, üret; sokaklara, ormanlara, doğaya karış. Hayvana, ağaca çiçeğe, denize koş!”

Bu sefer sesin nereden geldiğinin üzerinde bile durmadı Metin sayın okuyucu. Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.

Metin kendisine taze bir kahve demleyip de bir şeyler yazmaya başladığında gün çoktan doğmuştu.

Hişt hişt!


hişt.jpg


*Hişt sayın okuyucu! Sait Faik Abasıyanık’ın “Hişt, hişt“‘ini okumayı sakın unutma.
Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s