Bundan 8 sene önceydi. Aşık olduğum şehirde (aşık olmak kalıbından da nefret ettim neredeyse), Ankara’da, kıştan bahara doğru geçiş yaptığımız, soğuk bir günde, Kızılay’da bir cafede (isim vermeyeyim ama bilin ki çoğu özel anıma tanıktır) kağıda dökülmüştü ilk oyunum. Bir yanda müzik, bir yanda şiirler, bir yanda dans; sahnenin sanatsız tek bir noktası kalmayacak amacıyla çıkmıştık yola. Adına “yaşadım…” diyip hayatın insana sunulmuş bir armağan olduğunun altını çizerek.
Vakit aktı gitti, yıllar geçti; ben “hayat…” diye başlayan iki oyun daha yazıp yönettim. Önce hayatın insana sunulmuş bir armağan olduğunu anlattık seyircimize, sonra ise hayatın bir oyun sahnesi olduğunu ve geriye kalan tek şeyin ‘aşkın adı’ olduğunu. En sonda da hayatın yaşanası bir aşk ve aşkın da içilesi bir ab-ı hayat olduğunu paylaştık. Kim derdi ki uğruna bir üçleme ortaya çıkardığım hayat; hayatın ta kendisi, bana türlü oyunlar oynayacak. Hala kendi kendime soruyorum, hayat nerede bitiyor, oyun nerede başlıyor?
Şehrin her bir köşesine, kaldırımlara, yollara, binalara nefret dolu oldunuz mu siz hiç? Ya da zihninizden hiç gitmeyen bir görüntü ile gecelerinizi sabahlarınızla birleştirdiniz mi? Hiç suçu olmayan şarkılara, fotoğraflara, anılara lanet ettiniz mi?
En çok insanlardan sıyrılıp da kendimle başbaşa kaldığımda ben oluyorum. Ve işte tam da bu anlarda dökülüyor bu satırlar kağıda.
Herkes öldürüyor sevdiğini. Bazıları mertçe yapıyor bunu, bazıları ise korkakça. Korkaklıklarından türlü oyunlar sergilemekten kendilerini alamıyorlar. Lakin ellerinde kalan bombadan habersizler. Hislerin en deriniyle paylaşılmış onca şey (aklınıza ne geliyorsa) kendilerinde kalmışken, onca sayfa çevrilmeyi beklerken, o koku burunlarından gitmezken yastığa kafalarını huzurla koyacaklarını zannediyorlar. Ama korkarım yanılıyorlar.
İnsanlar bu oyundan rolleri bitince çekip gidiyorlar. Ancak ne yazık ki herkes o kadar yürekli davranamıyor. Biz ise herkesten farklı olmaya adıyoruz hayatımızı. Herkes korkak olsa da biz olmayacağız diye söz veriyoruz, güneş her yeniden doğduğunda. Birileri ölüyor ama hayat devam ediyor. Her gündoğumu insanı biraz daha büyütüyor, insana bir şey daha öğretiyor.
Bu hayatta herkes öldürüyor sevdiğini. Ama hikaye yeni başlıyor. Bazıları yiğitçe öldürüyor, bazıları ise korkakça, dalkavukça. Merhametli kişi bıçak kullanıyor, olmayanlar ise gözyaşlarını alet ediyor.
Ama şunu bilin ki, insan yaşattığını yaşamadan, vicdanıyla hesaplaşmadan, üzerindeki hakları ödemeden ölemiyor.
Allah’a çok şükür ki uykumuzdan uyandıran bir vicdan azabımız yok şu hayatta.
Allah’a çok şükür ki, sorularda, yalanlarda, gidilemeyen mekanlarda, dinlenemeyen şarkılarda, alınan nefeslerde, her duyguda; başrolde hep biz olacağız. Ah’larda ise başkası varken.
Üzgünüm ama dedikleri gibi; ya en mutlu günler bizim olacak ya da kimsenin mutlu günü olmayacak.