Bugün pazar. Ne bizi ilk defa güneşe çıkardılar bugün ne de çok özledik. Bugün Ankara’da pazar çok sessiz sedasız. Can dostlarımdan birinin de paylaştığı gibi Ankara ıssız; kalabalıktan şikayet ettiğimiz çoğu yer bomboş. Geride bırakmak üzere olduğumuz haftanın ilk gününde de söylediğim gibi; aşık olduğumuz şehir ellerimizden kayıp gidiyor. Kayıp giden onca hatıra gibi.
Hani denizin dibine dalarsınız da bir heyecan arkadaşlarınıza göstermek için avcunuzu kumla doldurursunuz; ama siz suyun yüzüne çıkana kadar o avcunuzu sıkı sıkı doldurduğunuz kumlar kayıp gider, yukarı çıktığınızda avcunuzda kalan azıcık kum ile bir de elinizin az önce sıkı sıkı dolu olduğuna inandırmaya çalışırsınız arkadaşlarınıza ama nafile. İçten içe kızarsınız size inanmayanlara. Ama içten içe olur bu, içinizdeki kül dağlar durur sizi.
Kızamazsınız da insana, o sizin ‘neye-kime’ kızdığınızı anlamayana.
Bugün pazar. Ankara çok sessiz. İçindeki kül onu da dağlıyor gibi. Evlerimizden çıkamaz olduk lakin kaçırmayın bu fırsatı. Koca şehrin nasıl mahzunlaştığını gördünüz mü siz hiç? Siz hiç ağaçların sarsıla sarsıla ağladığını gördünüz mü?
Ankara’nın aydınlık yalnızlığında, hepimize afiyet olsun.
Bir pazar gününe sabah nasıl iner,
Göklerden nefesi tıkanmış, soluk soluğa.
Bir parka kuşlar gibi kimsesiz,
Nasıl iner yoksul kanatlarıyla.
Siz hiç ağaçların sarsıla sarsıla ağladığını gördünüz mü?
Bazen yalnızlık en kalabalık.
Bir pazar günü kimsesizliğinde,
Açarsınız içinizdeki kahvelerin kepenklerini.
Kırların aydınlık yalnızlığında,
Duyarsınız kahvelerinizin lezzetini.
Can kardeşime selam olsun.