Hem bu satırları okuyup hem de Instagram hesabımı takip edecek kadar çıldırmışsan, sen de görmüşsündür bugün paylaştığım fotoğrafı sayın okuyucu. Bundan tam 8 yıl önce, yine bir 2 Mayıs günü ayak basmıştım yeni kıtaya, Amerikan Rüyasını başlatmak için. Güz aylarında bir akşam eve gelip de evdekilere “Ben Amerika’ya gideceğim” dediğimde çok da gerçekten söylediğimi sanmamışlardı lakin o konuşmanın üzerinden birkaç ay geçtiğinde kendimi bilmediğim yerlere, hiç ayak basmadığım bir kıtaya, hem de kendi başımı alıp gitmek için kendilerine el sallarken bulduğumda bizimkiler de anlamışlardı ciddi olduğumu. Gidiyordum.
Son zamanlarda üniversiteden yolu geçen herkesin zihninden de geçen bir şey Work and Travel. Hakkında konuşulan türlü şey bir yana, ben program kapsamında yeni kıtayı keşfe gidip de şansı bir hayli yaver giden azınlıktaydım sanırım (Evet, şansım bazı anlarda yaver gidiyor). Her hafta gayet düzenli bir şekilde tasarlanan bir çalışma programım, kimi zamanlarda ekstra para kazanmamı sağlayan overtimelar (üzgünüm ama W&T jargonunda buna böyle deniyor, fazla mesai diyip de saatlik ücretin 1,5 katını elde etmenin güzelliğini göz ardı edemeyeceğim), haftada iki gün tatil, güzel çalışma arkadaşları, keyifli bir çalışma ortamı, üç katlı, kumsala 15 dakika uzaklıktaki bir ev, bilimum merkezi şehirlere yakın bir yaşam yeri, Boston’daki White Chocalate, Fenway Park’taki Boston Creme, New York’taki Mocha ve binlercesi daha… Hani şöyle baktığınızda, hiçbir şey bilmeden gittiğiniz bir yer için ‘hayal etseniz bu kadar olur’ dediğiniz cinste bir 4 ay yani.
Gitmeden birkaç gün önce, ‘o zamanlar hayatımın tam merkezinde durup da şimdilerde gönül rahatlığı ile geçmişimin tozlu sayfalarına gömdüğüm’ statüsüne sahip birkaç kişiden biri olan eski bir dostum ile yazıp yönettiğim oyunun, ben Türkiye’den gerçekleştirdiğimiz son temsili vardı sahnede. İyi ki varlardı; ‘yaşadım…’ diyebilmek için sahnede benimle aynı hayali paylaşanlar. Haklarını buradan teslim etmek istiyorum, harika bir şekilde uğurlamışlardı.
Uğurlama derken… Hala gözümün önünde duran “McDUMAN’ı Seviyoruz” pankartının arkasında durup da hala o aynı çerçevede duran fotoğrafa konu olan insanların da kulaklarını yeri gelmişken çınlatayım. Türkiye’deki son akşamımda da bir rüyayı bitirirken yeni bir rüyaya başlamak gözyaşlarımı döktürmüştü, tahmin edileceği gibi.
Vedalar zor oluyor. Ya da ben beceremiyorum sanırım.
4 ay geçirdim yeni kıtada. 4 aya neler sığdığını hayal dahi edemezsin sayın okuyucu, ki ben de anlatmaya kalksam beraber günlerimizi gecelerimizi geçirmemiz gerekir. Ayrılığın aslında ne demek olduğunu, telefonu kapattığın salise tüm bünyenin nasıl da özlemle dolabildiğini, uzaktaki yakınları, yakındaki uzakları, yeni insanlar ile yeni hayaller kurabilmeyi, bir rüyayı gerçekleştirirken aslında eve dönüşte bambaşka bir insan olmayı, insanın dört ayda her türlü duyguyu yaşayabileceğini öğretti bana Amerikan Rüyası.
2 Mayıs günü uçaktan indiğimde takvimde dönüş tarihim 2 Eylül’e bakmıştım telefonumdan ve çok uzaklarda gelmişti o tarih. Dönüşte ise gözyaşları orada bırakılanlar için dökülüyordu. Gitmek zor be sayın okuyucu. Hissetmeyi başarabilip de bir de üstüne gidebilenlere (-ebilmek önemli!) gerçekten helal olsun.
Tam 8 yıl oldu; en büyük macerama başlayalı. Ve 8 yıldır macera hiç bitmedi; bitmesin de!
8 yılda yaşadığım tüm maceralarımı sığdırmaya çalıştığım 8 koca defterim, ben öldükten sonra kamuoyuyla paylaşıldığında maceranın hiç bitmediğini, aslında hiç bitirmek de istemediğimi sen de çok iyi anlayacaksın sayın okuyucu.
İmza:
Mert Can Duman
Product Coordinator