zehir.

Benliğin üstün dünyalarına, erişilemez hazinelerine adım adım, sindire sindire yürüyerek, etraftan yoluna çıkan her türlü zorluğu görerek, işiterek, hissederek; hepsiyle teker teker başa çıkılarak ulaşılabilir. Bu girişten şu hayatta sahip olduğum her şeyi (günlüklerinin arasına hasbelkader bir vasiyet iliştiren bir adam olarak çok da bir şeyim olmadığını düşünebilirsiniz) geride bırakıp da turuncular içerisinde kendimi keşişlerin arasında bulmayı planladığımı zannedebilirsin sayın okuyucu; ama dur bir hele. Her insanın içindeki bencillikten, kendine sakladığı ‘şey’lerden bahsetmek istiyorum sana birazcık. Yoğun bir iş gününün arasındaki bir kahve molası kadarcık sürede.

‘Kapalı kutu, duvarları olan’ bir adam olarak bilindiğim şu hayatta ben(cil)liğimin dozunun artıp da kendime sakladığım satırlarım, gönderilmemiş mektuplarım, şarkılarım, çalma listelerim, fotoğraflarım, görüntülerim; bir dolu anım var benim. Birisiyle paylaşırsam büyüsü bozulacak gibi hissederim hep, benim için nasıl anlam yüklü olduğunu sen hesap et sayın okuyucu. Mesela bazı şarkılar… Bünyeye uyuşturucu etkisi yaptığını, dinledikçe, her bir saniyesi geçtikçe vücudunun biraz daha dinginleştiğini; lakin zihninin o dinginliğin aksine daha yoğun bir şekilde sana oyunlar oynadığını düşün. Deliliğe bir adım kala adeta! Gözlerini kapatıyorsun, seni dinleniyor zannediyorlar. Fakat o sıra zihnin bir buharlı makine gibi; az sonra alev alacak neredeyse.

Vaults isimli grubun bir şarkısına rast geldim, geçenlerde bilgisayarım ismini ‘uyuşturucu’ koyduğum çalma listemi karışık bir şekilde çalarken. İki gündür kulaklığımın yanımda olduğu anlar gerçekten, diğer anlarda ise zihnimde çalarak eşlik ediyor bana. Biraz önce bazı şarkılarımı kimselerle paylaşamadığımdan bahsettim lakin istiyorum ki sen de bu şarkının verdiği hazdan yararlan sayın okuyucu. Bak aslında o kadar da bencil değilmişim be! Bünyemi ‘yine’ ele geçiren yüksek ateşime rağmen yanağıma düşen damlaların Ankara ayazıyla kristalleştiği bir Ocak akşamında işittiğim gibi ‘bencil birisi’ değilim o kadar da bence; sen ne dersin sayın okuyucu?

Bazı anlar düşünceleriniz bir zehir gibi etkiliyor bünyenizi. Biliyorsunuz, yavaş yavaş ele geçiriliyorsunuz, vücudunuz  uyku haline geçiyor. Yavaş bir ölüm adeta bu. Uzanıyorsunuz, kendinizi çalan şarkıya bırakıyorsunuz. Gözleriniz tavanda; ama bu bir saplantı gibi değil. Vücudunuz dinginleşiyor, kaslarınızın gevşediğini hissediyorsunuz. Düşünceleriniz, kulağınıza tınılayan ezgilerle beraber vücudunuzu tamamen ele geçirmiş durumda. Gözleriniz kapanacak gibi oluyor artık. Diyorum ya, yavaş yavaş gelen bir ölüm bu. Gözleriniz hala tavanda.

Ama bir saniye!

Bir gece yarısı yalnız başınıza gözlerini tavana dikip de düşünenlerden bir farkınız var. Rahatlık hissi, pişmanlık duyumsamama hisleri bünyenizi rahatlatan şey. Bünyenizi uyuşturan, o anın zehri olan da aslında bu hisler ile beraber yaşan(a)(ma)mışlıklar işte. Bunu anladığınız an, o yavaş ölüm ile delilik arasındaki yere tekabül ediyor. Öğreniyorsunuz.

Peki diğerleri ne öğreniyor? Onlar da bir gece vakti yalnız başlarına boş tavana baktıklarında iyi insanları kaybetmemeleri gerektiğini öğreniyor.

Tadı zehir gibi olan bir bilgi. Öğrenenlere aşk olsun.

Reklam

One comment

  1. Kendi bencilliklerini başkalarına yüklemek hep korkakların tercihi değilmidir? En basıt yöntem suçluyu masumlaştırmanın farklı bir yolu.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s