yan benimle.

Soğuk, havanın kapalı olduğu bir yaz gününden tekrar merhaba sayın okuyucu (cümledeki ironiye bak; soğuk, kapalı bir hava ama yaz günü). Takvimler yine ayın 8’ini gösteriyor, vakit ne kadar da çabuk geçiyor. Aldık yine kağıt kalemi elimize; kulağımızda kulaklık, yanımızda kahve; yine bir ‘kahve yanı yazısı’ yazmak için koyulduk işe. Geçenlerde de dedim ya; sabahları posta kutunuza düşen bir e-posta, dinlediğiniz bir şarkı ya da gününüzü güzelleştiren bir telefon konuşması sizin ruhunuzu kağıda dökmeniz için gereken ilhamı kolaylıkla verebilir. O ilham anlarından birine daha hoşgeldin sayın okuyucu.

Can dostlarımdan birisi “yazdıkça yanmıyor mu bir şeyler, yazmasan mı ki artık” dedi bana dün. Yanından ayrılıp da o çok sevdiğim, huzur bulduğum odama geldiğimde düşündüm bu sözünün üzerine. ‘Acaba’ dedim; ‘yazmasam mı artık?’ Kötü düşünceleri çarçabuk zihnimden dağıtırım, sonrasını hayalime dahi getirmeyeyim diye; korkarım başıma gelirler diye (Sanki korktuğum her şey başıma gelmiyor da; benimki de laf-ı güzaf!). Bu da onlardan biri oldu yaz(a)mamayı da düşünemedim bir an. Bir kez daha bizi biz yapan özellikleri insanların gelip de çekip almaya çalışmasına izin vermeyeceğim sayın okuyucu.

Nejat İşler’in kitabını okuyorum bu aralar. Onun satırlarından esinlenerek kendimi anlatacağım sana yine. Kitabının hemen başında “Eğitim almadığım hiçbir şeyde iddiam yok. En güzel yazarlık mesleği tarifini Çetin Altan’dan duymuştum: ‘Birini, boş kağıtlar ve sivriltilmiş kalemler ile bir odaya koyun, eğer oradan karnını doyuracak malzemeyle çıkarsa, işte yazar odur.’ Allah’a şükür, sıtkı saadetle uğraştığım bir mesleğim var. Yazarlık benim için yan bir uğraş.” demiş; kitabın sonuna geldiğinde de okuyanlardan en azından birkaçının eline bir kalem bir kağıt alıp da yazmaya başlamasını dilediğini eklemiş. Yine katılmaktan kendimi alamadığım satırlar özenle karşıma çıkıyorlar.

“Yazalım albayım; işte kalem, işte ızdırap. Yazalım Albayım, başka çaremiz yok.” demiş üstat. Ne de güzel demiş. Yazdıkça da yakıyorsun bir şeyleri gerçekten. İçinde avaz avaz seninle yanan bir şeyler oluyor. Takvim yaprakları her ay o sayıyı gösterdiğinde yazıyorsun, yazılanları okuyorsun; arşın arşın dolaşıyorsun o satırların arasında.

Yanıyorsun.

Kağıda döktükleri ruhlarının aslında hiç o satırlara layık olmadığını fark ettiğinde tüm o mürekkep lekeleri için yanıyorsun. Sayfaların üzerindeki mürekkep lekelerine, damla lekelerine anlam veren birisi olarak hayatı giderek anlamsızlaşanlara yanıyorsun.

“Kadınlar seni sen yapan özelliklere aşık olup sonra senden o özellikleri almaya kalkıyorlar” der Kaybedenler Kulübü’nde. Görüyorum, artırıyorum. Bunu yaptıkları yetmezmiş gibi, onu -en azından senin gözünde- ‘O’ yapan özellikleri de fütursuzca yakmaktan kendilerini alamıyorlar. Bize de o alevi izlemekten (sadece izlemekten) başka çare kalmıyor. Sonra da kalemimizin ucunu sivriltip de başlıyoruz kağıdımızı lekelemeye, yine.

Yanıyor insanlar. Bazıları tercihleriyle yanıyor. Bazıları yazdıklarıyla yanıyor. Gel sayın okuyucu; Sıla’ya kulak verelim bugün de. Mmm.. “Uzun yola gider gibi bakma öyle yüzüme; aman cancağızım etme.” diyor Yan Benimle‘sinde. Bu kadın gerçekten sanatçı. Bundan 65 ay öncesine göre değişmeyen tek tük şeylerden biri bu kadına olan sevgim.

Aman cancağızım, aman sayın okuyucum; etme. Gel bak, kalemimiz kağıdımız, bir de yeni demlenmiş kahvemiz var. Dahasına ne hacet! Gel yazalım, sen de yan benimle.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s