his.

Bir kitabın içinde yer alan cümlenin sizi bambaşka yerlere alıp götürüp de bünyenizdeki ilham mekanizmasını (böyle söyleyince de mühendislik harikası gibi geliyor kulağa değil mi? Aslında başa bela bir şey!) nasıl da harekete geçirdiğini pek çok kere seninle paylaştım zaten sayın okuyucu. Bugün arka kapağını kapattığım ve arkama yaslanıp da altını çizdiğim cümleleri tekrar tekrar okuduğum kitabın son cümlesinden çıkan bu yazı vücudunun %82,4’ü (küsüratlı sayı vereyim de insanlar ciddiye alsın) ‘his’ olan ‘insan’lara gelsin.

“Şimdiye kadar takip ettiğim yol tabelalarını görmüyorum. Beni, güzel bir yere çıkaracağından emin olduğum hislerimden başka rehberim yok.” diyor o son cümlede. Eureka! Yeni kıtayı adeta yeniden keşfetmiş kadar mutluyum, benim gibi düşünen, hisseden birilerini ender zamanlarda da olsa bulduğumda. Bazen kazandığın, bazen öğrendiğin; -aksini düşünsek de- aslında hiç kaybetmediğimiz şu kısacık ömrümüzde artakalan birkaç masum şeyden biri de hislerimiz oluyor. Masum dediysem hemen de yelkenlerini suya indirme sayın okuyucu. Bebek yüzlü katilleri bilir misin? Hah işte, hislerin masumiyeti de onların masumiyeti kadar. Ne eksik ne fazla.

Hislerimiz hiçbir zaman emin olamadığımız en gerçek düşüncelerimizmiş, öyle derler. Ve Atay üstat da Tehlikeli Oyunlar‘ında der ki, gerçek başkalarının bize uygulamadığı tatsız bir ölçüdür. Hislerimiz diyordum sayın okuyucu. Hiçbir zaman emin olamadığımız ve üstüne bir de başkalarının bize uyguladığı düşüncelerimiz mi aslında bünyemizi sarıp sarmalıyor? Benliğimizi kim yönetiyor?  Biz aslında kimiz? Kendi düşüncelerimiz miyiz yokas insanların bize hissettirdikleri miyiz?

Cebimize sığan cihazlar ile birkaç salise içerisinde dünyanın diğer bir ucuna ulaşabildiğimiz, gözümüzde o kadar büyüttüğümüz bu koca dünyamızın aslında koskoca alemde ufacık bir nokta olduğunu birkaç parmak hareketiyle öğrenebildiğimiz günleri yaşıyoruz. Artık neredeyse ölümcül hastalıklara çare bulmanın eşiğine yaklaşıyor bilim insanları. Yıl olmuş 2016! Lakin şu hislerimizi kontrol edebilmenin bir yolunu hala bulamadık sapiensler olarak. Yok mu şöyle bir iksir sayın okuyucu, içtiğimizde istemediğimizi hissetmeyeceğimiz, gerçekten arzu ettiğimiz kadar soğukkanlı olmayı başarabileceğimiz?

O iksiri bulmamız lazım sayın okuyucu. Hiçbir şey hissetmemeliyiz, sıklıkla da bunu başarabilmeliyiz. Bir bulursak şu iksiri köşe oluruz inan! Yetiş ya Freud, insanoğlu için büyük bir adım atmayı planlıyoruz!

Ama çok sevdiğimiz (!) insanoğlu ile paylaşmadan önce biz buluşup önce şöyle oturalım karşılıklı, iki ince belli bardağa tavşan kanı iksirden doldurup hasbihal edelim sayın okuyucu. Düşünsene, hislerini kontrol edebiliyorsun; sıklıkla da hissetmemeyi başarıyorsun. Delirirsin.

Hiçbir his diğerinin yerini dolduramıyor. Hepsinin bünyede bıraktığı iz de farklı, geçmiyor. Sevgi, aşk, kırgınlık, kızgınlık, aidiyet, saygı vs.. (Hey gidi aşk, kırgınlığa nasıl da yakınsın!) Her yeni gelen his kendine bambaşka bir yer açıyor, ev sahibinin Almanya’dan gelen oğlunu kıskandırırcasına bir güzel yerleşiyor oraya. Takvimler gitme zamanını gösterince de hiçbir hisse devretmiyor yerini; sizden alıp bir parçayı götürüyor, sormadan etmeden. Öylece boş kalıyor yeri, doldurulamamak üzere.

Ne ulvi bir varlığız aslında, değil mi sayın okuyucu? Gelen hisler, giden hisler; gelenlere ayrılan yerler, gidenlere verilen parçalar; her birinin bıraktığı izler… Hepsine yetecek kadar yerimiz var.

İnsan hayatı boyunca yoğun, -belki de tek kullanımlık- hisler, büyük kalabalıklar biriktiriyor. Ancak buradan bilim insanlarına sesleniyorum, gelin el ele verip şu iksiri bulalım.

Bir an önce bulalım şu (h)izsizleşmenin yolunu.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s