eskiden.

Yine gün doğumuna eşlik ettiğimiz bir sabahta buluştuk seninle sayın okuyucu. Türkiye’de ortalama bir insan şu hayatta 78 yıl yaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu ben bir erkek olduğum için bu sürenin 75,3 yıla düştüğünü söylüyor, nedenini ben de bulamadım. İstatistikçilerin 75 yıl 4 ay kadar süreceğini tahmin ettiği ömrümde her gün seyretmekten bıkmayacağım üç film varsa o da güneşin doğuşu ve batışı ile Akıl Oyunları’dır sanırım. Güneşi ufuk çizgisinin çok üzerinde ya da çok altında sevmiyoruz biz sayın okuyucu, tam ufuk çizgisinde olunca ayrı bir güzellik ile çıkıyor karşımıza. Ama her güzellik gibi çabuk sona eriyor. Her şey eskide kalıyor, insanın masalına şarkılar eşlik ediyor.

Teknolojinin ve yüksek gri binaların yanında ihanetin ve vicdansızlığın etrafımızı kuşattığı 2016 dünyasında ‘eskidendi’ dememenin bir formülünü bulamamamız ne kötü. Devletler buna bir çare bulmalı sayın okuyucu! Silahlanmaya, savunma sanayine ayrılan pay bence bu alanda yapılacak araştırma-geliştirme faaliyetlerine aktarılmalı. Kafa kafaya verelim de şu ‘eskidendi’ dememenin bir formülünü bulalım ey insanlık! Hadi!

Gecenin bir vakti misafirlikte yorgun düşüp de dönüş yolunda herhangi bir konuşmanın olmadığı arabamızın içinde, sokak lambalarının turuncu ışığı anlık güneş görevi görür; uyku mahmurluğu ile arabamızın tavanındaki belli belirsiz gölgeleri izlerdim. İzlerken de o her bir saniyede bir görünen gölgeleri bir şeylere benzetmeye çalışır; dönüş yolunu uyku mahmurluğu ile nevrotik sancılarım arasındaki savaşa kurban verirdim. Ne büyük sorunlarım varmış, eskiden.

İnsanların bilmem kaçıncı uykularında, yüzlerini gülümseten rüyalarının tadını çıkardığı dakikalarda bir masa başında bir beyaz kağıt ve bir kalem ile haşir neşir olurken düşünüyorum da; yaşım henüz 27. Ne yaşadım, ne kadar yoğun hissettim de bu kadar yorgun ve yılgın hissediyorum, sıralamakta güçlük çekiyorum. Ama şöyle adam akıllı düşündüğümde, anlıyorum ki herkesin yaşarken bin bir çile çektiği bir hayat bu. Gerçekten de burası dünya yahu, burası bu kadar işte! Yetmiş yıl yaşamanın da yirmi yedi yıl yaşamanın da aslında birbirinden hiçbir farkı yok.

Demek hepimiz az çok aynı şeyleri yaşıyoruz ki, aynı şarkılarda hüzünleniyoruz canım insanlar. Demek insanları büyüten acılar birbirinden çok da farklılaşmıyor. Demek zaman giderek eskiyi güzelleştiriyor, herkes için.

Zor ve engelli bir yol bu hayat dedikleri. Ve her zaman eskiden olan daha güzel sanırım.

İnsanların tümünün özünde kötü olduğu konusunda hemfikiriz artık değil mi sayın okuyucu? Şu kısacık ömrümde oyun nerede bitiyor da ihanet nerede başlıyor, tam kestiremiyorum. Ancak kalbimize atılan kesiklerden anlıyoruz. Gerçi kesik dediğime bakma, bazısı kocaman yara. Bazen kendi Azrail’inin yüzünü göremiyorsun bile. Kimi zaman arkandan vurduğu için, kimi zaman ise sen onun yüzünü bembeyaz bellediğin için. Merhametli olan bıçak kullanıyor; bazısı da bıçağı saplamakla kalmıyor, bir de içeride çeviriyor. Vicdansızlar.

Kahvemi yudumladım şimdi sayın okuyucu, fonda Sezen söylüyor usul usul. “Hani oyunlar tükenmemişken, henüz kimse bize ihanet etmemiş, biz kimseyi aldatmamışken” diyor naif sesiyle. Eskidendi be sayın okuyucu, henüz biz kimseye küsmemiş, henüz kimse ölmemişken. Uykusuzluk vakitlerimizden birinde şekillendirmeye çalışırken bitap düştüğümüz geleceklere yol alırken, zihnimiz bize keyif verenlerin yerini ihanet edenlerin aldığı oyunları hatırlarken birilerini daha öldürüyoruz bu sabah.

Döktükleri timsah gözyaşlarına inat, bizim şarkılarda bıraktığımız ağlayabilen yanımız var hala sayın okuyucu. Adını bilmediğimiz, tam olarak vaktini kestiremediğimiz bir zamanı mı özlüyoruz da, o kayıp zamana yetişemediğimiz için mi ağlayabilen yanımızı şarkılarla özdeşleştiriyoruz; bilemiyorum ki. Tüm olanlar insanın yirmili yaşlarındayken kalbine bu denli kesik atabiliyorsa kırklı yaşlarımıza geldiğimizde intihara meyilli olacağız herhalde.

Ne için ki aslında bu kesikler? Aşk için ölmeli derken aslında değil aşk için ailen dışında hiçbir şey için ölmeye değmeyeceğini anladığımızdan mı, yoksa bir zamanlar aynada aşk için ölebilecek birini görürken şimdi böyle düşündüğümüz için kendimize kızdığımızdan mı? Geçmiş, bir buğulu camın ardından görülen ışık huzmeleri gibi göründüğü için mi güzel gelir insana, yoksa gerçekten daha mı güzeldi her şey eskiden?

Sorular, oyunlar, oyunbozanlar, sonsuz küslükler…

Kendine gel sayın okuyucu, güneş iyice kendini gösterdi, uyan artık! Burası dünya yahu, birileri senin hayal kırıklığın oluyor, sen de birilerinin. Burası bu kadar işte!

Her şeyin bittiği yerde şarkılar başlıyor yeniden. Bir tatlı masala inanıp da çocuklarımıza anlatabileceğimiz satırlarımız elimizden alındı belki ama geçmişimizin yazıldığı, geçmişimizi yazan şarkılar hala var, şükür. Bir yandan bizim hala gözyaşlarımızın olduğuna, hala insan olduğumuza ve hala masumiyetimizi ziyan etmediğimize inandıran, bir yandan da bu hayatın soğuk, her şeyiyle siyah bir şey olduğunu öğreten şarkılar…

İnsanı alıp götüren şarkılar.. Eskilere, uzaklara…

Şimdi ay usul, yıldızlar eski. Oyun mu? Oyun kaldığı yerden devam ediyor sayın okuyucu. Geçen geçti, geçen geçti.

Ne yani; sevmeyelim de taşa mı dönelim?

16.08.16 | 06:01

 

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s