Şu kısacık ömrümde sevdiğim ne varsa ona duyduğum sevgiyi yoğun yaşamaktan kendimi geri çekmedim hiç. Sevilen her ne olursa olsun kimi zaman bir takıntıymışçasına davrandım ona; sevdiğim yerlere tekrar tekrar gittim, sevdiğim şarkıları tekrar tekrar dinledim, sevdiğim filmleri tekrar tekrar izledim, sevdiğim dizileri tekrar tekrar okudum. İşte o tekrar tekrar okuduğum, yazdığım dizelerden birini söyleyince hatırlayacaksın sayın okuyucu: Geceye yenilmeyen her insana, ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır. Şu hayatta fırtınalar esiyor, yağmurlar yağıyor da tüm bulutlar dağılıp da o güneş tekrar görünüyor ya… O bahar elbet bir gün geliyor.
‘Kendi şehrimde turist olmaya’ vakit bulurken kendimi de bulduğum yerlerden biridir Ankara Kalesi. Surların tepesinde, bir adımını daha atsan müthiş bir sonsuzluğa erişebileceğin boşluğun hemen dibinde oturup da gün içerisinde bir noktadan diğerine adeta mekik dokuduğun o koşturmacalı şehri izlerken aslında yeniden nefes alabildiğimi fark ederim. Fark ederim ki o koşturmaca, o yorgunluk elbet bir gün kendini huzura bırakıyor.
Bugün günlerden Perşembe. Bir süredir Instagram’da #tbt diye bir akım var, geçmişten güzel anıları tekrar paylaşarak yad etmek. Bir nevi günümüz afili teknolojik yaşamında “hey gidi günler” demenin başka bir yolu. Bugün kalemimden dökülen satırlara eşlik eden fotoğraf da yine benim kadrajımdan; #tbt’de bu hafta kendi şehrimin kalesi var. Bundan birkaç ay önce yine nefes almaya gittiğim günlerden birinde, surların tepesinde saçları karıştıran bir rüzgarın sadece bir şeyi değiştirdiğini, şu hayatta ihtiyacımız olanın tek şeyin bize güven aşılayan, kale gibi karaktere sahip insanlar olduğunu paylaşmıştım seninle sayın okuyucu. Bugün de, işte bu satırları seninle paylaşmadan önce tırmandığım onlarca merdivenin ardındaki güzelliği paylaşarak buluşuyorum seninle. Seni yoran onlarca basamağa rağmen yolun sonunda elbet derin bir nefes seni bekliyor.
Şu bir imtihandan ibaret hayatına bir dolu insan giriyor sayın okuyucu. Bir dolu dostun oluyor. Bir dolu dostunun yanında elbet ki düşmanların da oluyor. İşte asıl imtihan da burada başlıyor: onca düşmanın var iken seni dostun vuruyor. En güzel derslerini en yakınlarından alıyorsun. Halen ara ara kulağında çınlayan cümleleri en yakınlarından duyuyorsun. Koşar adım ilerlediğin bir yolda öylesine sendeliyorsun ki neredeyse düşeceksin. Ama yoluna devam ediyorsun; hatta eskisinden daha büyük kararlılıkla. Derslerini unutmuyorsun, yanına yaren belliyorsun. Seni sendeleten onca şeyi senin düşmeni bekleyen onca düşmanı elbet bir gün aşıyorsun. O zorlu yol elbet bir gün temizleniyor pisliklerinden.
Şu hayatımızda beyazı anlayabilmemiz için siyahı da tanımamız gerekiyor sayın okuyucu. Kimin bir ruha ve vicdana sahip olduğunu anlayabilmemiz için insan olmayı güzel bir suratla deneyeni de tanımamız gerekiyor, olanın hayırlı olduğunu anlamamız için şer ile boğuşmayı da… Cengiz Aytmatov “Kış geceleri soğuklar donduracak, fırtınalar dağlarda, vadilerde uğuldayacak. Ama sonra bahar gelecek” derken de bundan bahsediyor işte. Yüreğimiz bazen bir süreliğine kör bir kuyuya evrilmiş penceresiz bir dünyada sıkışsa da elbet günün birinde güneşi görmenin, nefes alabilmenin, tüm benliğini huzur ile doldurabilmenin keyfini yaşıyormuş. Diyorum ya, en güzel dersleri insanın en yakınları veriyor. Al sana ders!
Yağmurlar yağsa da, geceler sabahlara ulaşmakta nazlı davransa da günün birinde huzurlu bir uyku seni bekliyor sayın okuyucu.
Bahar elbet geliyor, onlarca basamağın sonundaki derin bir nefes gibi.