acı.

Ne çok acı var. Türk şiirinin ‘en zarif abisi’ olarak nitelendirilen Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak kitabı bu cümle ile başlar. Yaz saati uygulamasının bütün bir yıl sürdürülmesine karar verilmesinden sonra, günün gayet zifiri karanlık anlarına rastlayan başımı yastıktan kaldırmaya çalışma çabaları, halihazırda karanlık olan lakin gelen haberler ile daha da kararan bu sabah çok daha çetindi sayın okuyucu. Yurdumun dört bir yanından acı haberlerin sabahıydı bu sabah. Gerçekten düşünüyor insan, ne çok acı var.

Ölümden korkarım sayın okuyucu. Üzülürüm de aynı zamanda. Hayatımın sona ermesinden değil de arkamda bırakacaklarıma ya da hayallerimi gerçekleştirmeden bana ayrılan sürenin biteceğine üzülürüm. 2016 öyle bir yıl oldu ki, dünyanın her bir köşesinden ölüm haberleri ile nice yürek burkan, insanı üzen hikaye geliyor. Ülkemde gün geçmiyor ki bir yiğit daha kanını vatan toprağına kurban etmesin. Halep’te ne yiyecek bir ekmek ne de gidecek bir hastane kaldı; tek kabahati o topraklar üzerinde doğmak olan binlerce insan cehhenemi yaşıyor. Sınırımızın diğer tarafındaki savaştan kaçanlar bu tarafında layık olmadıkları bir hayat yaşıyor. Bir uçak düşüyor, hayallerini gerçekleştirmeye, uğruna çok çalıştıkları kupayı almaya bir adım kalan koca bir futbol takımı bir anda yok oluyor. Dünyanın bir yanında dindirilmeye çalışan gözyaşı diğer bir yanında akmaya başlıyor.

Zaten korkunç ve üzücü bir şey olan ölümden daha korkutucu bir şey varsa, o da bu ‘gerçekten yalan’ dünyaya yanarak veda etmektir galiba. Bazen ocağı yakmaya çalışırken ya da arkadaşımın çakmağıyla oynarken yanlışlıkla yanan parmağımın ucundaki acıyı düşünüyorum da; ne dayanılmaz bir şeydir o öyle kim bilir! Dün akşam sularında Aladağ’da, kim bilir ne hayalleri olan, ömrünün geri kalan kısmında neleri başarmayı isteyen; kim bilir hangi hikayelerin kahramanları olan 12 can bu hayata veda etti. Hem de yanarak. Allahım, ne çok acı var.

Sabahtan bu yana haberleri takip etmeye çalışıyorum ama nefesimin daraldığını, gerçekten kalbimin oralarda bir yerde bir şeylerin kanadığını fark ediyorum. Başım dönüyor, gözlerimin önü kararır gibi oluyor; bir ayağa kalkıp kendime gelmeye çalışıyorum. Biraz olsun kendime geldikten sonra dönüyorum yerime, devam ediyorum kaldığım yerden okumaya. İlk açıklamalara göre görünen o ki, dost meclislerindeki sohbetlerde şakayla karışık sözü geçen ama herkesin içten içe kaygısını yaşadığı, ülkemizde yangın merdivenlerinin kilitli olması bu sefer gerçek olmuş. Gencecik yürekler birbirlerine sarılmış halde yangın merdiveninin yakınlarında bulunmuş. Kim bilir ne kadar acımıştır canları… Kim bilir yangın merdivenine doğru koşarken ne kadar istemişlerdir kurtulmayı… Kim bilir kilitli olduğunu fark ettiklerinde ne kadar yıkılmışlardır… Kim bilir…

Vücudumun dengesini bozan onca şey okumamışım gibi bir de bu kadar acının ‘onların kaderi’ olduğunu söyleyen bir akademisyene rastlama gafletine düştüm sayın okuyucu. Tek çarelerinin ücretsiz olduğu için o yurt olduğunu söyleyen ailelerin isyan ederken bile titreyen ürkek seslerinin yanına bir de ateşin düştüğü yerden çok ama çok uzak bir yerde ahkam kesen birisinin söylediklerini koydum. Düşündüm. Düşündüm. Gerçek olabilir mi diye düşündüm. İnanç bu hayatta bana bahşedilen en güzel duygulardan biri ve inanıyorum ki Allahımın terazisi hassastır, şaşmaz.

Bugün gün doğmak, sabah aydınlanmak bilmedi bir türlü sayın okuyucu. Bomboş bir yolda giderken kim bilir hangi trafik kuralını çiğneyen bir katilin aracı, senin aracının üzerine düşüyor. Hiçbir suçun yokken, kendi yolunda seyir halindeyken birdenbire sevdiklerine, sevenlerine, hayallerine, amaçlarına, hikayene veda ediyorsun. Her ölüm zamansızdır derler ve insanın vadesi dolduğunda yapacak bir şey kalmaz. Ama bu düpedüz cinayet be sayın okuyucu! Belki de bir insanın bile hakkında kötü konuşamadığı bir can daha bu karanlık sabahta bir cinayete kurban gidip hayata veda etti. Ne çok acı var.

Erdal Tosun’u benim için ayrı bir yerde duran Bir Demet Tiyatro’da tanıdım. Zaman geçti, ben büyüdüm. Gerek sinema filmlerinde gerek televizyon yapımlarında tercihler edindim. Sırf Erdal Tosun var diye izlediklerim oldu. Canlandırdığı karakterlerin dile getirdiklerini hayatımın kimi dönemlerine şiar edindim. Onu izlerken, onunla gülerken, onunla ağlarken günün birinde bomboş bir yolda hızı yüzünden aracının hakimiyetini kaybedecek bir şuursuz yüzünden babasıyla aynı kadere sahip olup da bu hayata veda edeceğini hiç düşünmedim. Oluyormuş. Ne kadar da şansa yaşıyoruz aslında şu hayatta. Gerçekten de her günümüz aslında sunulmuş bir armağan.

Sen bir ara çok konuştun ama faydasını görmediğin için bıraktın Erdal Abi ama en azından dinlersin bizi. Senin de dediğin gibi; ne olmuş yani büyük adam olamadıysak, hayallerimizi satmadık ya! Kim bilir ne hayallerin vardı senin de, gerçeğe dönüşmesi için heyecanlandığın.

Bizim için zor vedalaşmak ama biliriz ki senin için de öyle. Hani ne demiştin sen:

“…vedalaşmak da zor iştir biliyor musun?
oturursun geminin kıçına.
bakarsın sevdiklerine, gittikçe ufalırlar, ufalırlar, kaybolurlar.
o zaman anlarsın işte.
vedalaşmak asıl kalana değil, gidene koyar…”

Mekanınız cennet olsun, yerinizde güzel uyuyun.

Midyat, Seyfo; siz de ağlayın! Çok acı var.


hazin

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s