Yeni yılın ilk kahve yanı yazısı. Bir anlığına olsa da takvimden bir yaprak daha kopardığımızda bir sihirli değneğin her şeyi güzelleştireceğini düşünmüştük. İyi dileklerimizin bir sim gibi ortalıkta ışıldaması ve bize güzel hissettirmesi yalnızca 75 dakika sürdü. Ortaköy’den gelen haber ile adeta 32 Aralık 2016’yı yaşıyorduk. Hani 2017’ye güveniyorduk sayın okuyucu; hani o başarırdı? Ama nefes alıyorsak hala umut var demektir. Hala inanıyoruz 2017’ye, başaracak! Başarması lazım!
Yaşam peşi sıra gelen anılardan ibaret oluyor. Hani önce sayılarla başlayan ancak sonra eğitim hayatına devam etmeye kalkarsan, hele ki bir de iktisat gibi görünürde “eşit ağırlıklı” ama neredeyse tamamıyla matematik yetisi isteyen bir alanda eğitimini devam ettirmeye kalkarsan, topoloji, ispat, lemma vs. gibi hallere bürünen bir alan olan matematiğin temel noktalarından biridir: bir doğru sonsuz noktadan oluşur. İşte adına hayat dediğimiz de sonsuz anıların birleşiminden oluşuyor. Anıları birleştiriyoruz, birleştiriyoruz; birleştirmekten yorulmuyoruz. Doğrumuz da uzuyor gidiyor, sonsuzluğa doğru.
Kaliteli yaşam ise bu sonsuz anıdan oluşan hayatımıza ne kadar anlam kattığımız ile alakalı oluyor. Bir insan her bir an’ına, her bir anı’sına anlam katabildiğinde ‘yaşadım’ diyebliyor aslında sayın okuyucu. Arada takvim yaprakları birbiri ardına yırtılıyor, mevsimler değişiyor ama elinde kalan tek şey hayata ne kadar anlam kattığınız, ne kadar ‘yaşadım diyebilmek için’ yaşadığın oluyor.
Zaman akıp gidiyor, bir bakıyorsun bir yıl daha eskiyoruz.
Üzerinde yaşadığımız yer kabuğu milyonlarca yıldır hem kendi etrafında hem de içimizi ısıtan Güneş’imizin etrafında dönmeye devam ediyor, yorulmuyor, yaşlanmıyor. Zaman da öyle, geçiyor hızlıca ama yaşlanmıyor bir türlü. Bize de düşen hala nefes alma şansına erişebildikçe umut etmek, ümitleri yitirip götürmemek oluyor.
Yoksa yılları gösteren sayılar seni beklemeden birbiri ardına değişiyor zaten.
Yılın ilk kahve yanı yazısını -içindeki ufak değişiklikler ile beraber- Tuna Kiremitçi’den bir alıntı ile bitirelim.
Yazıyı okuduktan sonra durup bir düşünmek gerek sayın okuyucu. Yerinde olsam öyle yapardım.
Güzel bir yıl olsun.
“Diyelim loş bir odada yatmaktasın. Sımsıkı perdelerin arasından cılız bir gün ışığı.
Neredesin, belli değil.
Günlerden ne, bilmiyorsun.
Ama vücudunda derin bir ağrı.
Hani “bir organın varlığını hissediyorsan o organ hasta demektir” derler ya, sen bütün vücudunu hissediyorsun.
Güç belâ başını çevirip baktığında, başucunda duran ilaçlar çarpıyor gözüne. Odadaki grilikle çelişen renkli kutular.
Uzanmak istiyorsun, elin gitmiyor. Doğrulmak istityorsun ama mecalin yok. Nefes almak bile mesele.
Elinin üzerideki cennet benekleri çarpıyor gözüne. Yüzüne dokunuyor ve çok yaşlı olduğunu anlıyorsun.
Hadi açık konuşalım: Yavaş yavaş ölüyorsun.
Ya da hastane odasında, her tarafına borular bağlanmış halde yatıyorsun. Odanın camına sinsi bir yağmurun damlaları çarpmaktadır.
Öyle bir inliyorsun ki hemşire koşuyor. Yanına gelip merhamete tutuyor elini. “Bir şey mi istediniz?”
Belki de bir otel odasında, göğsünde bir ağırlık. Şakakların zonkluyor, ellerin titriyor. Film şeridi gibi geçiyor hayat.
Birden, siyahlar giymiş bir melek!
Kara pelerinini savurarak giriyor odaya. Ama nasıl güzel! Ben diyeyim Angelina Jolie, sen de Johnny Depp!
Korkuyorsun ama gıkın çıkmıyor. Kum saati boşalıyor hızla. Zaman içine doğru, kum taneleri gibi akıyor.
“Çok mu istiyorsun biraz daha yaşamayı?” diye soruyor siyahlı melek. Son gücünle başını sallıyorsun.
“Bir düşüneyim” diyor. “Aslında bir seferlik torpil yapabiliriz. Ne dersin?”
Yine sallıyorsun başını ve melek başlıyor anlatmaya. “Şimdi seni dilediğin bir yılın ilk günlerine döndürebilirim. Ama bir şartla. O günden sonraki hiçbir şeyi hatırlamayacaksın. Bu konuşmayı da hatırlamayacaksın. Sadece sana yeni bir şans verildiğini bileceksin o kadar.”
Sonra saatine bakıyor. “Anlaştıysak gitmem gerek. Şimdi kapat gözlerini. Açtıktan sonra da hiçbir şeyden ‘artık çok geç’ diye vazgeçme. Ne hayallerinden ne de sevdiklerinden.”
“Yerinde olsam öyle yapardım” diyor gitmeden. “Çünkü sonunda yine karşılaşacağız.”
Kapıyorsun gözlerini.
Açtığında tam şu anki gibisin. Bilgisayarın ya da telefonun ekranına bakarak bir yıl başı yazısını okur halde.
Yokluyorsun vücudunu, sağlıklısın.
Dışarıda kar ya da yağmur. Elinde yukarıdaki sahneyi gerçekten yaşadığına dair bir kanıt yok. Tıpkı siyahlı meleğin dediği gibi.
Artık tek yapman gereken, anlaşmaya uymak. Meleğe verdiğin sözü tutup onunla tekrar karşılaşana kadar her saniyenin kıymetini bilmek.
Umut etmek, umudu hiç yitirmemek, sağlıklı ve huzurlu geçen her ana şükretmek.
Yerinde olsam öyle yapardım.”