istasyon.

Beni bu havalar mahvetti sayın okuyucu. Ah dur bir saniye, hemen öyle aklından ‘Orhan Veli’ye bağladı yine bizimki’ diye geçirme. Dört mevsimin dibine kadar yaşandığı, üç tarafı denizlerle, dört tarafı hainlerle çevrili, dağların kuzeyde kıyıya paralel, batıda dik; kendisinin ise Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzandığı memleketimin tropikal yağmurları, içimdeki seyahat özlemimi mecburiyetten ötelememe neden oluyor. İnsanın canı bir gece yarısı arabanın camına vuran ışığından gözlerini ovuşturarak uykusundan uyanacağı, şehirlerarası bir yolda yalnız ama mağrur bir şekilde misafirlerini kabul eden bir istasyonu çekiyor.

Düşünsene bir sayın okuyucu; hayatı öğrendiğimiz kaldırımlardan, bazen sevinçten bazen üzüntüden nice öylece kalakalmaya ev sahipliği yapmış köşe başlarından çok daha fazla anıya sahip bir yer o istasyon. Koskoca bir günde nice tanımadığı misafirini ağırlayıp da güneş ufukta kaybolup yerini gecenin karartısına bıraktığında, giderek tenhalaşan yol çizgilerinin başını bekleyen bir aile büyüğü gibi… Güneş asfaltı yaksa da, yağmurlar yolları yıkasa da tüm mağrurluğu ile orada bekleyen birisi var.

O uzun zamandır hayalini kurduğun tatil yolunda geçerken uğradığın, ayrılırken arkana bile bakmadığın, ben diyeyim üç saniye, sen de üç dakika; üç vakte kadar hakkındaki neredeyse her şeyi unuttuğun (tabi bunu sadece istasyona yapmadığını da biliyorum), seni karşılarken telaşlı, uğurlarken sakin birini düşün sayın okuyucu. Böyle anlattım diye anılarını depreştirmek değil amacım; hem ne demişler, siz siz olun ölülerini mezarlarının, yaşayanların ise anılarının yerini oynatmayın. Neyse, ne diyorduk… Seyahatler çekiyor içim sayın okuyucu. Gecenin bir vakti, nice anıma şahit olmuş can yoldaşım, her işi halleden canım telefonumun dahi şebeke bulamadığı bilmediğim bir yerde, ‘bir tane alabilir miyim’ demem bile beklenmeden önüme konmuş, demli mi yoksa soğuk mu olduğundandır bilinmez, ağızda acı bir tat bırakan çayımı yudumlarken A şehrinden B şehrine giden sayın yolcuların molalarının sona erişini izlemek istiyorum.

Garip ama gerçek, canım bunu çekiyor. Ne bileyim, Survivor’da Kıbrıs’ta yapılacak büyük finale kimin katılacağını hiç ama hiç merak etmiyorum. On rakamı tuşlayıp da birinin sesini duymaktan kaçınan insanların sayısız SMS ile televizyon dünyasına aktif katılımcı olmalarını da anlamıyorum. Gerçi şu hayatta anlam veremediğim, anlamadığım bir dolu şey varken ekran başına kilitlenen milyonlar bunların arasında en masumu gibi görünüyor. Birkaç saat içerisinde içinde olmaya karar verdiğim bir otobüsün en ön sırasında, ön camın ustaca yıkanışını izlemek istiyorum. Hortumu iliştirmek için fırçanın ucuna konumlandırılmış o küçük deliğin insanlığa, kapağını açmadan soğuk su veren buzdolabından daha faydalı olduğunu düşünüyorum. O buzdolabının kapağı açılacak! Ne aradığını bilmeden de olsa açılacak. Ey bilim insanları! Bırakın da ne aradığımızı bilmeden yaptığımız tek aylaklık o olsun, kolaylaştırmanın da bir sınırı var yahu…

Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçmek istiyor insan bunca koşturmacadan. Uykunun koynundan henüz ayrılmışken yerine henüz gelmeyen beyin fonksiyonlarının tadını almana yardımcı olamadığı çayın ilk yudumunu duyumsamak istiyor. İnsan, bu hayatta yol çizgilerinin birbirine bağlandığı şehirlerarası bir yolda, gökyüzünün altındaymışçasına yalnız ama hür bir istasyonda uyanma ihtimalini seviyor.

Hele şu iklim değişikliği yazın gelmesine bir izin versin de…


istasyon.jpg

Reklam

One comment

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s