kural.

Sanki her şeyin rengi kaçmıştı sayın okuyucu; herkes ve her şey gibi yılların kendisini yormasına dayanamayıp da her an kendisini bırakacakmış gibi hissetse de yine de ayakta durmayı başaran eski bir komidinin üzerinde, zamanında hiçbir şeye gösterilmeyen bir sabırla biriktirilen kuponlarla alınan 37 ekranlı televizyonun bile… Derinlerden gelen boğuk bir ses, yine türlü dramlarla bezeli televizyon programlarından birinde yine bir kayıp aranıyor ilanını seslendirirken programdaki hengamenin tam aksine ikisi de odanın iki ucunda sessizce oturuyordu. Kuraldır ya; nice gülüşmelere tanık olan duvarlar gün gelir sessizliğe yelken açar; gülüşmeler artık bir eski fotoğraf gibi olur.

Çocukluğu gökyüzü ile özdeşleştirir de hiçbir yere gitmediğinden bahseder ya hani şair sayın okuyucu; işte bulutların beyazı da karası da gelse o gökyüzü hep orada gökyüzü orada kalıyor, o da çocukluk gibi hiçbir yere gitmiyor. Gökyüzü orada duradursun, “Benim de yaban bir çığlığım vardı, çok zaman oldu, teslim ettim onu rüzgara” diyerek insanın kendisine bir daha uğrayamadığından bahseder Birhan Keskin. Ne zamanki aynadakinin değiştiğini görür, işte o zaman acısından ölür. İnsan bir gün ölüyorsa bu hayatta eğer sayın okuyucu; bil ki bu, bir nefeslik uzaklaştığı ‘eski kendine’ bir daha uğrayamadığından, kendini koyduğu yerde bulamadığından, yıldızları tek seferde söndürüp de karanlığın içinde uyuduğundan ölürmüş. İşte, Bekir de Safiye de -hikayeleri serinlik veren bir bahar esintisinden el kesen bir kış ayazına dönen iki insan- dört bir tarafa saçılmış parçalarını artık soğumaya bırakmış; yıldızları söndüreli ne kadar olduğunu hatırlamadan kendilerini karanlığın içindeki uykuya uğurlamaya başlamıştı.

“Kural mı bu?” diye çıkışarak bozdu televizyondaki boğuk sesin yönettiği sessizliği Bekir. “Dört tane “S” yan yana mı gelmeli illa ?” diye sordu Safiye’ye. Bekir ‘e göre ne de olsa alfabenin en güzel harfiydi o; ama fazlası da zarardı işte. Kime yazılmış çok eski bir mektubunu sorgular gibiydi aslında ama bir o kadar da herhangi bir cevap beklemeden sormuştu sorularını genç adam.

Safiye narin parmakları ile tuttuğu sigarasını yavaşça içine çekerken Bekir onun yüzüne bakmaktan kaçınmaya çalıştı ama kalbi ile yürüttüğü bu savaşta aklının mağlubiyetine tanık oldu aynı zamanda. Aklının en güzel yenilgilerindendi bu; ucunda büyülü bir yüzü görmek vardı. Şimdi güneş ışığına hiç de misafirperverlik göstermeyen bordo bir perde ile bezeli camın dibinde oturan Bekir, aydınlığın içindeki karanlığın da, savaşın içindeki barışın da, yükselişin içindeki düşüşün de tadına bakıyor; gerçekten yaşamaya başlıyordu.

Evdeki herkes bir yere gitmiş, Safiye dolabının en derinindeki o ortanca kutu ile buluşmuştu. Eskilerde kalmış, soğuk bir kış gününe benzer, hafif yıpranmış bir fotoğrafa bakarken, Bekir’in kulağına çalınan bir icat bulmuş gibi yerinden doğrulup da ruhundaki sabır ve kalbindeki aşk ile beraber sorduğu sorusunu duyumsadı:

“Kural mı bu?” diyerek çıkışmıştı Bekir; tüm hayal kırıklıklarını, gönül kırgınlıklarını bir cümleye sığdırırcasına.

Şu hayatta çaya batırılan bisküviyi düşürmeden ağza götürmekten daha zor bir şey varsa o da insanın kendisiyle ve geçmişiyle karşılaşması; bunlara maruz kalmasıdır sayın okuyucu. Ve Safiye ne çaya batırdığı bisküvisini düşürmeden yemeyi başarabilmişti bu hayatta ne de kendisine maruz kalmayı.

Sessiz bir fotoğrafın karşısında konuşmak neredeyse imkansız diye geçirdi içinden; incecik bir kül gibi oturup kalmıştı yatağının üzerinde, kucağında ortanca bir kutu ile. Çakır gözleri önce elindeki fotoğrafa gitti, birkaç saniye sonra da yanı başında duvarda asılı fotoğrafa.

İkisinde de kendisi vardı; ikisinde de insanların yüzleri gülüyordu. Ne garip değil mi sayın okuyucu; iki gülümseme bir kareye sığabiliyor ve sonsuza kadar orada kalabiliyor.

İki fotoğraf arasında geçen onca zamanda bir dantel gibi ördüğü uzun yolu zihninden geçirdi ve kucağındaki kutuyu yere, kendini sırt üstü yatağa aynı yavaşlıkta bıraktı.

“Gidilen yollardan dönülmüyor geri; dünya çok acı şimdi. Aslında Bekir; kural olan dört S’nin değil de dört B’nin yan yana gelmesiydi.”

“Buldum bilemedim; bildim bulamadım.”


IMG_8660.JPG

Reklam

3 comments

  1. Aynı zamanda bu dört B birbirinin aynadaki veyahut bir fotoğraftaki hem akisi hem de aksi gibi olmuş. Tebrikler güzel bir yazı, baştan sona ilgiyle okudum. Kaleminize, yüreğinize sağlık 🙂

    Beğen

mcdumann için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s