Birbirleri aralarında konuşulmamış ama üzerine gayet bir mutabakata varılmış bir düzende gökyüzünden yere doğru süzülen yağmur damlalarının cama vurduğundaki ses adeta bir ninni gibi geliyordu bana. Ara ara elimdeki kitabı kucağıma düşürecek kadar içim geçiyor, gözlerim ağırlaşıyor. Dizimin dibinden ayrılmayan, otoparkta arabamın yanından ayrılmayarak gözümün içine bakarak bir süredir artık evimin bir diğer sakini olmayı başarmış kedimin huzur içindeki mırıltısı, az önce bahsettiğim yağmur damlalarının sesine karışıyor. Bu iki sesin karışımı uzaklardan gelen bir huzurun habercisi gibi.
Küçücük bir çocuğun koskocaman dünyasını anlatan, uyuklamaktan aynı sayfayı birkaç kez okuduğum kitabımda beğendiğim satırların altını çizebilmek için bir kaleme ihtiyacım var ama şu anda ne kendimin ne de kedimin rahatını bozmak istediğimden uzanıp da az ötedeki kaleme ulaşamıyorum. Koltuğuma serilmeden önce sıraya koyduğum parçalar ise tam bir sonbahar çalma listesi… Dingin, durgun, puslu… Yemekler gibi keyifli anların da bir tarifi var mıdır sayın okuyucu? Sanırım yok. Ama eğer olsaydı ve yorgun, bitkin geçen zamanların ardından insanı kendine getirecek bir tarifime başvurulacak olsaydı tam olarak bu anı tarif ederdim sanırım.
İnsanların ‘an’ları saklayıp da başka bir zamana, başka bir mekana götürememesi ne kötü. Teknoloji bu kadar gelişmişken, bilim insanları bir dolu icadı peşi sıra hayatla tanıştırırken bu tür duygusal şeyleri neden ihmal ederler ki… Eğer böyle bir icat olsaydı; şu anımı saklayıp yanımda taşımayı çok isterdim mesela.
Tam bunları düşünürken altını çizmekten kanatmayı istediğim birkaç satır bana göz kırptı. Şöyle diyordu yazar: “Nefes alıyorum, bedenimi ve zihnimi sakinleştiriyorum. Nefes veriyorum, gülümsüyorum. “Şu an”ın içinde yaşarken biliyorum ki tek sahip olduğum an bu an..” İnsanın yaşadığı onca günden sonra öğrendiği bir şey varsa, o da geriye dönüp baktığında gerçekten ‘sahip olduğu anların’ toplamı kadar yaşadığı…
…
…
…
Yine kağıdımı kalemimi alıp yazının başına oturarak sonu gelmeyen cümleler kurduğum bir sabah… Gözümün iliştiği kitaplarıma sarılmak, ara ara camdan dışarı bakıp da sokak lambasından görebildiğim kadarıyla usul usul yağan yağmurun sesine mırıldandığım şarkılarla eşlik ediyorum.
İnsan para kazanmak için, ünlü olmak için, karşı cinsle birlikte olmak için veya arkadaş kazanmak için yazı yazmaz sayın okuyucu. Yazdıklarını okuyanların hayatlarını ve kendi hayatını zenginleştirmek için yazar.
Satırlara işlenen duyguların ‘uzaklarda’ dostlar edindirdiğini birkaç saat sona eren gün içerisinde aldığım bir hediyeyle tekrar anladım. Ege’nin kokusunu da beraberinde getiren bir paket, kokusunu içinize çektiğinizde bambaşka bir dünyayı size sunan kahve çekirdeklerini çalışma masama misafir etti.
kahveciniz.com‘un nazik hediyesi eşliğinde kaleme aldım bu sefer ki Kahve Yanı Yazımı. Yolunuz bu köşeden geçiyorsa eğer, bu satırların eşlik edeceği güzel kahvelerle, onları demleyebileceğiniz gereçlerle tanışabileceğiniz bir platform.
Ve ‘uzakların’ çok da uzak olmadığını tekrar hatırlatan, kocaman bir teşekkürü hak eden güzel bir dost.