Bir varmış; bir yokmuş… Ucu bucağı olmayan, kocaman evrende belki de ancak bir çakıl taşı kadar yer kaplayan gezegenimizde milyonlarca farklı tür bir arada yaşarken aralarından düşünme yetisine sahip tek tür olan insan, bütün bir gezegeni kendine göre şekillendirme konusunda hiç vakit kaybetmemiş. Tüm gezegeni kendi istediği doğrultuda şekillendirirken kendisine yuva olan bu gezegene de zarar vermekten hiç çekinmemiş ama… Gün gelmiş, bu gezegeni paylaştığı diğer türlerin yanında kendi türüne de savaş açmış.
İnsanın uzunca bir süredir Dünyamıza verdiği zarar artık geri döndürülemez boyutlara ulaşmış durumda maalesef. İklimbilimcilere göre geride bıraktığımız 2018 yılı dünya yüzey sıcaklığının kaydının tutulmaya başlanmasından bu yana en sıcak dördüncü yıl olarak kayıtlara geçerken içinde bulunduğumuz 2019 yılı ise 2018 yılından daha sıcak olacak. Belki bazı değerli okuyucularımızın aklında şu soru gelecektir: “2018 yılı tarihin en sıcak dördüncü yılı da diğer en sıcak yıllar hangileri?” Cevabı çok geçmişte aramaya gerek yok. Kayıtlara göre sırasıyla 2016, 2017 ve 2015 yılları, dünya yüzey sıcaklığının yıllık kayıtlarının tutulmaya başlandığı tarihten bu yana en sıcak yıllar olarak kayıtlara geçmiş durumda. Değerlendirmemizi biraz daha geriye götürecek olursak, 2018’de dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığını 14,96 derece olarak hesaplayan Berkley Earth Düşünce Kuruluşu bu sıcaklığın 1850-1900 yılları arasındaki ortalama sıcaklıktan tam 2,1 derece daha fazla olduğunu belirtti. Diğer bir deyişle, 100 yılda dünyayı 2,1 derece ısıtmış durumdayız.
İklim hızla değişiyor ve maalesef aralarında ülkemizin de olduğu dünyanın dört bir köşesinden doğal afet haberleri artık gündemin olmazsa olmazlarından birisi haline geliyor. İşte bu noktada, yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi bir kez daha karşımıza çıkıyor. İşte ben de bu haftaki buluşmamızda hem bu geri döndürülemez boyutlara ulaşmak üzere olan iklim değişikliğine dikkat çekmek hem de yenilenebilir enerji kaynaklarının öneminin altını bir kez daha çizmek istedim.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının verilerine göre 2017 yılı sonu itibarıyla ülkemizde aralarında rüzgar enerjisi, biyokütle, HES kaynakları ve jeotermal kaynakların bulunduğu yenilenebilir enerji kaynakları toplam enerji üretimimizin %30’unu oluşturmuş durumda ve bu seviye 2020 yılı için koyulan hedefin daha şimdiden gerçekleştirildiğinin müjdecisi olarak karşımıza çıkıyor. Aşağıda yer alan Tablo 1, 2016 ve 2017 yılları sonu itibarıyla yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji üretimimiz içerisinden aldığı payları gösteriyor.
ŞEKİL 1: 2016 ve 2017 Yıllarında Ülkemizde Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Toplam Enerji Üretimi İçerisindeki Payları (Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı)
Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
Peki, Avrupa’da durum ne? Avrupa İstatistik Ofisi (EUROSTAT) de geçtiğimiz günlerde 2017 yılı sonu itibarıyla Avrupa Birliği’ndeki yenilenebilir enerji görünümünü içeren bir raporu kamuoyuyla paylaştı. Söz konusu raporda AB genelinde yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji tüketimi içerisindeki payının %17,5’e ulaştığı yer alırken üye ülkelerden 11’inin 2020 hedeflerini gerçekleştirdiği de ekleniyor.
Avrupa Birliği genelinde, yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam içerisindeki payında ilk sırayı %54,5 ile İsveç alırken İsveç’i sırasıyla %41 ile Finlandiya ve %39 ile Letonya izliyor. Ülkelerin yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji tüketimindeki payları sıralamasında Avrupa Birliği ülkeleri arasında listenin sonunu ise sırasıyla Lüksemburg, Hollanda ve Malta paylaşıyor. 2017 yılı sonu itibarıyla Lüksemburg’daki yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam içerisindeki payı %6,4 seviyesinde. Ülkemizde ise yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji tüketimi içerisindeki payı 2017 yılı sonu itibarıyla %13,2 seviyesinde gerçekleşmiş durumda. Aşağıdaki şekil, seçilmiş AB ülkeleriyle ülkemizin görünümünü içeriyor.
ŞEKİL 2: 2017 Yılı Sonu İtibarıyla Seçilmiş Ülkelerde Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Toplam Enerji Tüketimi İçerisindeki Payı
Kaynak: EUROSTAT
Gelecek nesillerin de doğal kaynaklardan en az bizim kadar yararlanabileceği politikalar tasarlayıp uygulamak bize düşen ödevlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar ülkemizde hem göstergeler hem de mevcut durum itibariyle yeşil ekonomiye geçiş sürecinin henüz başında isek de özellikle uluslararası zeminde kendisine giderek yer bulacak olan bu akımın algısının gelecek dönemde ülkemizde de iyileşerek gelişeceğini beklemek çok da yanlış olmaz. Günümüzde ulusal kalkınma planları ile dönüşüm programları içerisinde doğrudan kendisine yer bulan yeşil ekonomi politikaları, hem kamu sektörünün öncü olması hem de özel sektörün etkin harcama ve yatırımları ile beraber gelecek dönemde ülkemizde de etkili ve verimli bir şekilde uygulanacaktır. Böylece bu ülkede yer alan bireyler olarak hem mevcut yaşam memnuniyetimizi artıracağımızı hem de sahip olduğumuz kaynakları bozulmadan çocuklarımıza, torunlarımıza bırakabileceğimizi umuyoruz.
Güzel bir hafta olsun.
Bu yazı 15 Şubat 2019 tarihinde HaberAnkara‘da yayınlanmıştır.