Gözümü açtığımda henüz gün doğmamıştı. Aslında günün en güzel vakitleriydi bunlar gün batımlarıyla birlikte lakin uzun zamandır günün bu zamanlarından da keyif alamıyordum. Tıpkı uzun zamandır yazamadığım gibi… Şimdi düşüncelerden uyanıp da kendime geldiğimde ‘ne düşüyordum ki acaba?’ diye düşünmeye başladığım zamanlardayım. Ah! Telefonumun alarmı çalıyor. Yetişmem gereken bir toplantı ve bugün de kurtarmam gereken bir dünya var sayın okuyucu.
Gözlerimi aralayıp da tavana diktiğim; sırt üstü uzanıp öylece durduğum zamanlarda ne çok şeyi bekletmiş ve ertelemiş olduğumu düşündüm. Yazarın da dediği gibi, böyle anlar insana yarım bırakmanın tamamlanamama ihtimalini hiç düşünmemenin hayatta yapılan en büyük bencillik olduğunu hatırlatıyor. Gözlerim çalışma masama belli bir donukluk ile kilitlendiğinde düzenli bir dağınıklık içerisinde masanın üzerine yayılan kağıtlara ilişti. Her birine özenle işlediğim yazdığım yakama yapışan cümleler üzerinde çalıştığım romanımı bitirmem gerektiğini anımsatıyor. Bir gayret kendimi yataktan kaldırıyorum. Daha doğrusu kazıyorum.
Bu arada cümleler insanın yakasına yapışır mı deme sayın okuyucu, yapışır.* Neyse konumuz bu değil şimdi.
Kendimi suyun altına attığımda toplantıma çok az bir zaman kaldığının bilincindeydim ama huyum kurusun, şu suyla buluşmadan başlayamıyorum güne. Günlük buluşmamızı bu günlük sonlandırmak üzereyken, şehir hayatının gereklilik diye kabullendirdiği gibi güne yine kahvaltısız başlayacağım geldi aklıma. Oysaki eskiden uzun uzadıya oturup da keyifli sohbetlerin döndüğü, çayın deminden yumurtanın rafadanlığına her bir detayının oya gibi işlendiği kahvaltı masalarından eser yok artık.
Şu şehir hayatında, hesapta hiç zamanı olmayan, acelesi olduğu için her şeye geç kalan havamızla, çok şey yapar gibi görünüp aslında hiçbir şey yapamayan bir kuşak olduğumuz için tam teşekküllü kahvaltı sofraları da** ne yazık ki artık hayatlarımızdaki yerlerini demli ve sade filtre kahvelere bıraktı. Neyse, konumuz bu da değil şimdi.
Anlık mutsuzluk tanımlarından bir olan ‘pazartesi sabahı toplantısına’ çok az kaldı, geç kalmamam lazım. Kısa mesafe rekortmenlerini aratmayan cinsten bir deparla yetiştiğim minibüse benden sonra binen adamın, sigarasından durakta çektiği son nefesi minibüsün içine vermesiyle “Varan 1!” diye mırıldandım! Acaba Yeşilay’ın Yeşil Dedektör uygulaması bunun gibiler için de geçerli mi?
İçimden “Neyse durup dururken şoförü de ekmeğinden etmeyelim” diye geçirirken bütün bir minibüsün evlenmekle aslında ne kadar da büyük bir hata ettiğini anlatan bir kadının çoktandır biten evliliğini sürdürmek için artık elinden bir şey gelmediğini anlatışını merakla dinlediğini fark ettim. “Varan 2!” Bütün bir yol aslında bittiği bir türlü itiraf edilemeyen ancak pazar sabahları oturulan serpme kahvaltı masalarıyla, Instagram’a yüklenen mutlu aile tablolarıyla kurtarılmaya çalışılan ilişkilerden birini dinleyeceğimiz için hayıflandım. Bir yandan da kendimi dinlemekten geri alamadım. Bütün bir minibüs dinledikçe kadın anlattı, kadın anlattıkça bütün bir minibüs dinledi. Sonucunda her birimizin şu pazartesi sabahı içimiz lime lime oldu.
Önce sigara dumanı, sonra iç daralması… Ne çok karanlık sıkışmış içimize… Işıklarda inecek var!*
Ofisin önüne geldiğimde önce eskilerin bakınca insanın şapkasını düşüreceği kadar yüksek binamıza bir kez daha baktım; hemen ardından da sol kolumdaki saatime…: 08:49. Tıpkı sorumluluk sahibi bir beyaz yakalı gibi toplantıma, başlangıç saatinden on dakika önce gelerek birçok kişisel gelişim kitabında yer alan tavsiyelerden birini daha hayata geçirmenin tarif edilemez gururuyla (!) çıktım merdivenleri. İnsanları yüzümdeki mağrur ifade ile selamlayarak bindiğim asansörden tıpkı birer maskot bebek gibi aynı tip giyinen iş arkadaşlarıma her birine kolaylıklar dileyerek indim.
08:54, işte toplantı odasının önündeyim. Gözlerimi kapatıyorum, hayal kurmak için koskocaman altı dakikam daha var.
Düşünsene şimdi… Hepsi bir odada toplanmış. Oturmuşlar bir toplantı masasının etrafında yan yana seni bekliyorlar. Sen de nihayet gelmişsin ve geçmişsin karşılarına. Hepsinin gözü sende, pür dikkat dinliyorlar. Diyorsun ki, “Affedersiniz ama ben sizi hayatımdan iyi ki çıkarmışım. Oh be!”
Şimdi de açıyorsun pencereyi, açıyorsun kanatlarını, kuş gibi uçuşarak ayrılıyorsun o odadan…
Bir düşünsene…***
Saat 08:59, toplantıyı başlatmak üzere kapıyı aralıyorum ve odaya giriyorum.
Yüreğine sağlık çok güzeldi.Önce sigara dumanı, sonra iç daralması… Ne çok karanlık sıkışmış içimize… Işıklarda inecek var! Harika bir benzetme,ne de güzel yakışmış olduğu yere.
BeğenBeğen
Vaktinizi ayırıp da okuduğunuz için çok teşekkürler. Tarık Tufan’ın yakasına yapışan cümlelerine hayran kalmamak ne mümkün..
BeğenLiked by 1 kişi