Geride bıraktığımız hafta sonu her iki yılda bir periyodik olarak düzenlenen ve Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünün ev sahipliğini üstlendiği Ortadoğu Siyaset ve Toplum Kongresi, uzun yıllardır birçok farklı disiplini aynı anda ilgilendiren sıcak gelişmelerin eksik olmadığı bölgenin geniş perspektifli bir fotoğrafını çekti.
Ben de bu kongre kapsamında, özellikle son dönemde siyasal gelişmelerin şekillendirdiği bölgenin en büyük doğal zenginliklerinden olan petrolün bölgeye şans mı yoksa lanet mi getirdiğine dair birkaç kelam etme şansı buldum.
Petrol 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren küresel üretimin temel enerji kaynağı olarak kömürün tahtını elinden aldı. Kömüre kıyasla çok daha büyük bir enerjiyi çok daha düşük bir maliyetle ortaya çıkarmasından faydalanan ekonomiler petrolün bu gücüyle beraber yüksek büyüme oranlarıyla hızla genişledi. Bu hızlı büyüme hiç şüphe yok ki petrole bağımlılığı da beraberinde getirdi. Petrol üretici ülkelerin yüzlerinde petrole ilişkin artan bu taleple beraber oluşan gülümseme aslında aynı zamanda büyük bir tehlikeyi de beraberinde getiriyordu. Ekonomilerinin büyük bir kısmını petrole (daha geniş bir şekilde ifade etmek gerekirse doğal kaynaklara) bağımlı hale getiren, gelirlerinin büyük bir kısmını bu kaynaklardan elde edilen gelirlerle oluşturan ülkeler orta ve uzun dönemde büyüyememe ve özellikle de kalkınamama sorunlarıyla karşı karşıya kaldılar.
Richard M. Auty Routledge’ın 1993 yılında bizlerle tanıştırdığı “kaynak laneti” (resource curse) tanımı temel olarak doğal kaynak bakımından zengin olan ülkelerin diğer ülkelere kıyasla daha iyi ekonomik performans göstereceği beklense de aslında bu ülkelerin ekonomik gelişme be kalkınma göstergeleri açısından diğer ekonomilere kıyasla daha kötü performansa sahip olduklarını ortaya koyuyor. Routledge’ın açtığı bu yolu devam ettiren Sachs ve Warder 1995 yılındaki çalışmalarında doğal kaynak zengini ülkelerde söz konusu doğal kaynakların büyüme üzerindeki etkisinin negatif olduğunu ortaya koydu. Gylfason ise 2001 yılında doğar kaynaktaki bolluğun sanılanın aksine büyüme üzerinde olumlu bir etkisi olmadığını; fiziki, beşerî, kurumsal ve yabancı sermaye gibi üretime esas oluşturan diğer faktörlerin doğal kaynaklar tarafından dışlandığını ortaya koydu.
Gelirinin büyük bir kısmını doğal kaynaklara tabi tutan ekonomiler literatürde aynı zamanda rantiye ekonomiler olarak da biliniyor. Rantiye ekonomilerde devlet ile toplum arasındaki ilişki zayıf bir şekilde gelişirken devletin de söz konusu gelirleri toplumun faydasına kullanma noktasında keyfiliği söz konusu. Öte yandan, üretime dayalı ekonomilerde gelirlerin büyük bir kısmı vergilendirme kanalından sağlandığı için hem toplumun devlet bütçesi nezdinde temsili hem de gelirlerin toplum yararına kullanılması noktasında etkinlik ve etkililik hususları hasıl olmaktadır.
Petrolün Ortadoğu için çok da nimet olmadığının daha keskin bir göstergesini ise bize yine sayılar sunuyor. Karşılaştırmanın çarpıcı olması için son 40 yıllık dönemde üretime ve ihracata dayalı büyüme modelini benimseyen Hong Kong, Güney Kore, Singapur ve Tayvan’ı Grup 1 olarak, doğal kaynak zengini Venezuela, Suudi Arabistan, İran ve Kuveyt’i ise Grup 2 olarak tanımladım. 1980 yılında bu iki grubun da yarışa aynı yerden başladığını varsayarak, 2019 yılına geldiğimizde aradan geçen 40 yıllık dönemde Grup 1’in vatandaşlarının kişi başına düşen gelirinde 13 kata varan; ancak Grup 2’nin vatandaşlarının kişi başına gelirinde ise yalnızca 1,4 katlık bir artış görüyoruz. Bir yanda hızlı ve sürekli büyüyen bir grup, diğer yanda ise küresel kırılganlıklara çok fazla açık bir grup.
Öte yandan kalkınamama da doğal kaynağın lanetlerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Dünyada en fazla petrol rezervine sahip ilk 20 ülkenin Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi’ndeki yerlerine baktığımızda söz konusu ülkelerin büyük bir kısmının endeks sıralamasında çok gerilerde yer aldığını görüyoruz. Dolayısıyla hem büyüme hem de kalkınma için zengin doğal kaynak rezervlerinin üzerinde konumlanmaktan çok daha fazla ve farklı şeyler başarmanın önemini bir kez daha görüyoruz.
Güzel ve sağlıklı bir hafta geçirmeniz ümidiyle…
Bu yazı 18 Kasım 2020 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.
