Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonunun (UNEP) 1987 yılındaki tanımına göre insanlık, gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarını temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir.
Literatürde bir hayli karşılaştığımız sürdürülebilir kalkınma kavramının temelini ise insanlığın, imkânları dâhilinde olan gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan günlük ihtiyaçlarını temin etme yolunu ne ölçüde tercih ettiği ve hangi noktalarda sıkıntılar yaşarken hangi noktalarda gelişim göstermesi gerektiği oluşturuyor.
İklim değişikliği sürecinin artık bir kriz haline dönüştüğünü her birimiz günlük yaşantılarımızda tecrübe ediyoruz. Anlık hava değişimleri, olağanüstü meteorolojik olaylar, kışın çiçek açan ağaçlar, mevsiminde değilken ulaşabildiğimiz meyveler… Her yıl 5 trilyon plastik poşetin doğaya karıştığı, 1,2 trilyon ton buzulun eridiği gezegenimiz bu denli bir tahribata çok fazla dayanamayacak gibi. Öyle ki doğa, bizim artık tahribat boyutuna ulaştırdığımız bu kirliliğin üstesinden kendi yetisiyle gelemiyor.
Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) geçtiğimiz günlerde ülkemiz için yayımladığı 1990-2019 yılları arasındaki döneme ilişkin Sera Gazı Emisyon İstatistikleri de bu üstesinden gelememe halini doğrular nitelikte. Sera gaz envanteri sonuçlarına göre 1990 yılında ülkemizin yıllık sera gazı emisyon miktarı 220 milyon ton iken bu değer 2019 yılı sonuna geldiğimizde 2,3 katına ulaşarak 506,1 milyon tona ulaştı.
Söz konusu gelişimi dünya ülkeleriyle karşılaştırdığımızda da sonucun pek parlak olmadığını görüyoruz. 1990 yılını baz olarak alarak aradan geçen 30 yıllık dönemi incelediğimizde dünya ortalamasında sera gazı salınım miktarı %41 oranında artarken bu oran ülkemizde çok daha yüksek bir seviyede. Çin ve Hindistan siz değerli okuyucularımızın da tahmin edeceği üzere sera gazı salınımında listenin başını çekiyor. Geride kalan 30 yıl boyunca sera gazı salınımını düşürmeyi başaran ülkeler arasında ise başta İskandinavlar olmak üzere Singapur, Japonya, Almanya gibi ülkeler yer alıyor.
Çevreyi artık tahribat boyutuna geçtiğimiz kirletme sürecimiz sağlığımıza olduğu kadar ekonomimize de büyük bir darbe vuruyor. Öyle ki, bu konuda araştırmalar yapan ekonomistler 2025’e kadar yılda 1,7 trilyon dolar, 2075’e kadar ise yılda yaklaşık 30 trilyon dolar ekonomik zarar oluşabileceği konusunda mutabık durumda. New York Üniversitesi Politika Enstitüsü tarafından farklı ülkelerde yaşayan ve iklim değişikliği alanında uzman 738 ekonomistle yapılan anketin sonuçlarında göre katılan ekonomistlerin %89’u iklim değişikliğinin ülkeler arasındaki gelir eşitsizliğini derinleştirebileceğini ifade ederken katılımcıların %76’sı ise iklim değişikliğinin, ekonomik zararının yanı sıra küresel ekonominin büyüme oranını da negatif yönde etkileyeceğini öngördü.
Çevreye tahribatımızın sonuçları artık geri dönülemez eşiğe çok yakın durumda. Gezegenimize sahip çıkmanın yolu ellerimizde ama bu haftaki buluşmamıza ismini veren soruyu bir kez daha tekrarlayalım: yeşil bir dünya mümkün mü hala?
Güzel ve sağlıklı bir hafta geçirmeniz ümidiyle…
Bu yazı 31 Mart 2021 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.
