İklim değişikliği tüm gücüyle kendini hissettirmeye devam ettikçe insanlık da kahverengi ekonomilerden kalan alışkanlıklarını değiştirmek, gezegenimizi olanca gücüyle tahrip eden ve artık sürdürülemez niteliğe ulaşan bu gidişata dur diyebilmek için politikalar üretiyor ve hayata geçiriyor. Aslına bakarsak, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren küresel ajandaya dahil olan sürdürülebilir kalkınma ve yeşil ekonomi kavramları, iklim değişikliğinin etkilerinin artık rahatlıkla hissedilebilmesiyle birlikte önemini her geçen gün artırıyor.
Sürdürülebilirlik birçok alanda sık sık kullanılan bir terim olarak karşımıza çıktığı için en azından bizim maksadımıza bir açıklık getirmekte fayda var: Sürdürülebilirlik en başta etkinliği esas alıyor. Biz iktisatçılar etkinliğini, belirli kısıtlar altında ulaşmak istediğimiz hedefe en uygun yoldan ulaşabilmek olarak tanımlayabiliyoruz. Üretim için gereken kaynakları sonraki nesillerin de en az şimdiki nesiller kadar bu kaynaklardan faydalanabileceği şekilde üretim süreçlerine dahil edebilmek, etkinliğin temelini oluşturuyor. Kaynakların etkinliğinin yanında kapsamlı olması da sürdürülebilirliğin esasını oluşturuyor. Bir hedef doğrultusunda kullandığımız kaynakların her birinin o yolda etkin olarak kullanımının sağlanması gerekiyor. Fazla mı teorik ve kafa karıştırıcı oldu? O zaman şöyle açıklayalım: bir süredir bilim insanlarının çırpınışlarına bizlerin de değişen iklim koşulları, yaşanan afetler vs. gibi faktörlerle katıldığımız küresel ısınmaya sebep olan “kahverengi ekonomiler”; üretim sürecinde çevresel etmenleri göz ardı etmişti. Bugün geldiğimiz noktada, refahını ve gelirini artırmak için çevresel unsurların hoyratça kullanılmasına -tabiri caizse tahrip edilmesine- tanıklık ediyoruz.
Uzunca bir zaman topraktan çıkan koyu renkli sıvının getirdiği zenginlik ve refahın keyfini süren şirketler de artık bu dönüşüm gereğine karşı koyamıyorlar. Dünyanın en büyük petrol şirketleri her şeyden önce kendilerinin ayakta kalabilmeleri için bu dönüşüme ayak uydurmak zorunda kalıyor ve birbirlerinin peşi sıra yenilenebilir enerji yatırımları yapacaklarını açıklıyor. Hacmi yaklaşık 1,5 trilyon dolara ulaşan Norveç Varlık Fonu geçtiğimiz günlerde Hollanda’da bulunan bir yenilenebilir enerji üretim santraline yatırım yaparken bu yatırım, 2019’da fosil yakıt yatırımlarını sonlandırma kararı alan fonun temiz enerjideki ilk yatırımı olarak öne çıktı. Bir diğer petrol devi BP, halihazırda sahip olduğu yenilenebilir enerji üretim kapasitesini 20 katına ulaştırmayı hedeflerken bu alandaki yatırımları için 60 milyar dolarlık bir kaynak ayırmış durumda. Shell’in ise 2030 yılının sonuna kadar temiz ve yenilenebilir enerji teknolojilerine 3 milyar dolar ayırması öngörülüyor.
Firmalar kadar ülkeler de temiz ve yenilenebilir enerji üretimi konusunda çetin bir rekabete girişmiş durumda. Ülkemizde 2020 yılında yapılan yatırımlarla yenilenebilir enerji alanında Avrupa’da 5. ve dünyada 12. sırada bulunduğunu söylemekte fayda var. Ülkemiz halihazırda toplam elektrik kurulu gücünün %52’sini yenilenebilir kaynaklardan sağlamayı başarıyor.
İnsanlığı çok uzun zamandır misafir eden gezegenimize iyi bakamadığımız bir gerçek. Ancak işler çok daha kötüleşmeden gelecek nesillerin de doğal kaynaklara en az bizim kadar sağlıklı ulaşabilmesi için hayatımızın her alanında yenilenebilir ve sürdürülebilir bir vizyona erişmemiz gerekiyor.
Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunun kanıtı olan Türkiye Büyük Millet Meclisimizin 101. yaşını ve siz değerli okuyucularımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum.
Güzel ve sağlıklı bir hafta geçirmeniz ümidiyle…
Bu yazı 21 Nisan 2021 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.
