Dünya her alanda köklü bir değişim döneminin tam ortasında. Bu farkındalığa Kovid-19 salgınıyla birlikte mi vardık bilinmez ancak şu bir gerçek ki dönüşüm meşalesinin alevini salgın ateşledi. Sihirli bir el zannettiğimiz küresel tedarik zincirinin aslında her sorunu çözmeye kadir olmadığını, ülkelerin zora düştüğünde birliktelikten uzaklaşıp da kendi çıkarlarını düşünmeye ne kadar meyilli olduğunu ve uzun zamandır iyi giden sistemlerin aslında çok da sürdürülebilir olmadığını anlamamız salgın sonrasın döneme denk geliyorsa bütün bu farkındalıkta salgının hakkını teslim etmek gerekiyor.
Köklü değişim geçiren alanların başında enerji geliyor. Ekonomiler için bir oksijen niteliğindeki enerji, üretim başta olmak üzere bir ekonomiyi besleyen can damarlarının da kökünü oluşturuyor. Uzun dönemli akademik çalışmalara baktığımızda, enerji ile ekonomik büyüme arasında %70’lik bir doğrusal ilişkinin varlığından söz edebiliyoruz. Diğer bir deyişle, enerjiye talep arttıkça ekonomiler büyüyor, ekonomiler büyüdükçe enerjiye olan talep artıyor. Dünya 2009 krizine kadarki dönem ve kriz sonrasındaki dönemde hızla büyürken salgın döneminde adeta duran ekonomik aktivite, normalleşmeyle birlikte tabiri caizse bir patlama yaşadı. Hiç şüphe yok ki bu durum enerjiye olan talebi hızla artırırken dijitalleşmenin etkisiyle birlikte elektriğin kullanım alanların çok genişlemesi de enerjiye olan talebin artmasında etkili oldu. 29 Ekim’de tarihi bir ana tanıklık ederek seri üretim bandından indirilişini takip ettiğimiz Togg gibi elektrikli araçların küresel satış hacmi son 6 yılda 10 kat artış gösterdi. Dünyada giderek daha büyük bir hızla artan elektrifikasyon enerji talebinin de giderek yükselmesini beraberinde getiriyor.
Talep tarafı bu kadar canlıyken arz tarafındaki aksaklıklar ise enerji piyasalarının yeniden şekillenmesine ve dengelenmesine sebep oluyor. Önce yeşil dönüşüm adımlarıyla birlikte fosil yakıtlardan çıkış stratejisi tüm dünyada hüküm sürerken Ukrayna ile Rusya arasında patlak veren savaşın enerji arzını ve tedarikini tehlikeye sokması, sadece oyunun kurallarının değişmesini değil oyunun baştan kurgulanması gereğini doğurdu.
Küresel ısınmayla mücadele taahhüt edildiği kadar cesur bir şekilde gelişmiyor. Çünkü geçtiğimiz yılın Kasım ayında dünya ekonomilerinin %90’ının altına imza attığı yeryüzünün Sanayi Devrimi’nden bu yana ısınmasını 1,5 derecenin altında tutma taahhütleri çok hayata geçmemiş olsa gerek ki 2021 yılı hem sıcaklıkta hem de atmosfere yayılan sera gazı salınımında rekor kırılan bir yıl olarak geride kaldı. Küresel ısınma bu şekliyle devam ederse sadece gelişmekte olan ekonomiler önümüzdeki 30 yıllık dönemde 2.800 TW’lık enerjiyi soğutma faaliyetlerine harcayacak. 2.800 TW dediğimizde zihninizde bir şey canlanmamış olabilir ama şöyle açıklayayım: bütün bir Avrupa Birliği’nin bugünkü enerji talebi kadar.
Peki bu krizden çıkış yolu ne? Tabii ki köklü bir paradigma değişimiyle birlikte temiz, sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji üretimindeki payının hızlıca artırılması. Ülkeler enerji krizinden çıkış için şimdiye kadar 500 milyar dolar harcadılar ancak sadece harcama yapmaktan ziyade vizyonu değiştirmek gerekiyor. Aksi halde, 2022 yılında 100 milyon olan elektriğe ulaşamadığı için odun yakmaya geri dönen, diğer bir deyişle geleceğe dönen insanların sayısı çok daha hızlı bir şekilde artış gösterecek.
Güzel ve sağlıklı bir hafta geçirmeniz ümidiyle…
Bu yazı 2 Kasım 2022 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.
