Gri bulutların bir kubbe gibi üzerimizi örttüğü kapalı havalar için bir şey diyemem ama yağmur damlalarının usul usul yeryüzüne misafir olduğu günlerde gerçekten mutsuz olabilir mi insan?
Hele ki insanın kulaklığından süzülen en güzel ezgiler de eşlik ediyorsa değmesinler keyfine… İşte tam da böyle bir günde ellerimi cebime sokup sokakları arşınlıyordum.
Uzmanların beden sağlığı için önerdiği on bin adım bence sağlıklı bir zihin için de olmazsa olmaz sayın okuyucu. Sokaklarını bilmediğin bir şehirde dolaşırken ayaklarının altının su topladığı ancak gece başın yastığına kavuştuğunda zihnindeki bütün karmaşıklığın bir toz bulutu gibi dağıldığını hatırla. Sokaklarından hayatı öğrendiğin bir şehirde bir turist edasıyla dolaşırken aslında en doğru kararları vermek için yola koyulduğunu, en derin düşüncelerin sonucu ne olursa olsun en azından bir sonuca ulaştırabilmek için zihninde resmi geçit yaptığını hatırla. Ne demiş Hüdhüd Kuşu: “Yola koyulalım.” Çünkü yol bizim evimizdir sayın okuyucu; durmayalım buralarda.*
Hava iyiden iyiye soğudu. Dalgalar kıyıyı döverken hafifçe ıslanıp ürperiyorum. Tevafuk bu ya, tam o sırada kulağımda tınılayan o çok sevdiğim şarkı da tüyler ürpertici bir şekilde yükseliyor! Anlaşılan doğa üstü güçler keyifli bir iş birliğindeler bugün. Gözlerim kendimi hem müziğin hem de dalgaların ahenk dolu beraberliğine bırakıp da kapanmadan hemen önce bir adama ilişiyor. Sana az önce bahsettiğim o dalgaların dövdüğü kıyıda, bodur bir iskemlenin tepesinde kahvesini yudumlayan bir adama…
Bir süre uzaktan izledim onu. Düşündüm. Bir insan yağmurlu bir havada, giderek hırçınlaşan dalgaların yıkadığı bir kıyıda, tek başına bir iskemlede, sert demlenmiş bir kahveyi yudumlamayı nasıl tercih eder? Bir insan o kahveyi o ıssızlıkta sevecek kadar nasıl yorulur?** Zihnimdeki sorulardan sıyrılmak için çıktığım bugünkü yürüyüşüm çok daha büyük bir soruyla karşıma dikilmiş; dengemi bozacak bir kroşeyi yüzüme indirmişti.
Bu soğukta içim titreyecek kadar üşümem en azından bir amaca ulaşsın diye önce müsaade isteyip sonra da bir iskemle çekip yanına oturdum adamın. Bu havada burada yalnız kalmayı tercih etme sebebine duyduğum merakı giderip kalkmayı düşünürken şimdi ikinci kahvemi bitirmek üzereydim ve bu hiç tanımadığım adamın söyledikleri aslına bakarsan bir hayli ilgimi çekmişti.
Önce o aşık olunası pilavı sırf kendi evlerinde yapabilmek için hayatlarını birleştirip de sonrasında “Beni bekleme, ben gelmiyorum…”lara başlayan hikayesinin esas karakterini anlatırken aklıma bir an İlhami Algör’ün önce “Seninle her yere gelirim” deyip de sonrasında durduğu yerden çekip gitmelere başlayan Müzeyyen’i geldi. Harbiden sayın okuyucu; nerelere gidiyordu Müzeyyen? Gelirken getirdiği bakışlar ne dalgaydı? Hangisi Müzeyyen’di? Ya da Müzeyyen kimdi? ***
Günün kalanını yeni yeni sorularla geçirmeden veda edip ayrıldım adamın yanından. Eve gelip de sokak kapısını kapatırken ‘neye niyet, neye kısmet’ diye geçirdim içimden. Kafamdaki soruları yanıtlamak için çıktığım yolculuk, bu soğukta yalnız başına bir kahveyi yudumlayacak kadar nasıl yorulduğunu merak ettiğim bir başkasından aldığım ders ile sonlanıyordu.
Gerçekten de dediği gibi; başkası ile dost olmadan önce insan, yalnız kalmayı bilip kendiyle dost olmayı başarmalı, şahsiyetini korumak için ilk ve en önemli mühimmatını elde etmeliydi.